Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Fethullah Gülen’in Gazze’ye yardım götürülme şeklini eleştirmesi üzerine “Uzaktan bakınca demek ki olaylar öyle görünüyor” demiş.
Günay’ın eminiz hiç kastetmediği şekilde doğru olan bir söz bu. Zira uzaktan bakan ormanı görür. Yakından bakan ağaca takılır kalır. Özetle, geniş bakış açısı ile sınırlı bakış açısı arasındaki farktan söz ediyoruz.
Son yazımızda Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun bu kriz sırasında gösterdiği performansın “devlet aklını” yansıttığını söyledik. Bununla, gelişmelere geniş açıdan bakarak İsrail’e tepkiyi meşru zemine oturtmasını kastettik.
Nitekim Güvenlik Konseyi ile NATO’yu da bununun için ilk etapta harekete geçirebildi. Ancak, bu hadisede toz duman yatıştıkça Ankara’yı Batı ile ilişkilerinde çok sıkıntılı günlerin beklediğini de görüyoruz.
Batı medyasının da, ilk günün heyecanından sonra, Türkiye’nin aleyhine dönmeye başladığına tanık oluyoruz. Netanyahu hükümetinin Türkiye’ye karşı propaganda atağı da zaten hemen başladı.
İsrail Gazze’ye giden “Rachel Corrie” adlı yardım gemisindeki Batılıların, İsrail komandolarına direnmemeleri ve gerçek anlamda “pasif direniş” göstermelerini ilk andan itibaren kullanmaya başladı.
İsrail’in Mavi Marmara’ya müdahalesi sırasında gemiden yayılan ve daha sonra İsrail’in Türkiye’deki temsilcilikleri önünde günlerce, “tekbir” nidaları arasında toplanan sarıklı, cübbeli ve örtülü kişilerin sağladıkları görüntü de Ankara’nın aleyhine kullanılmaya başlandı.
The Washington Post’da cumartesi günü çıkan “Konvoy fiyaskosunun sorumlusu Erdoğan’dır” başlıklı yazıda bakın ne deniyor:
“Batılı hükümetler İsrail’in Özgür Gazze konvoyuna karşı gösterdiği basiretsizliği ve yüzüne gözüne bulaştırdığı saldırı hakkında endişe duymakta haklılar. Ancak, pazartesinden beri İslami militanlara sempati gösteren ve İsrail’e karşı, bir NATO üyesi için kabul edilmez olması gereken, grotesk demagoji yapan Recep Tayyip Erdoğan hükümeti hakkında da en az bu kadar endişeli olmalılar.”
Gelişen bu ortamda Erdoğan’ın “Hamas terör örgütü değil” açıklamasının Batı’daki imajını daha da zedeleyeceği aşikar. Bu da, bu krizin dar çerçevesinde iyi performans göstermiş olan Davutoğlu’na “büyük görüntü” açısından yönelttiğimiz asıl eleştiriye getiriyor bizi.
AKP iktidarının en çok telaffuz ettiği şeylerden biri “demokrasidir.” Bu arada “işkence ve kötü muameleye karşı sıfır toleranslı olduğunu” iddia ettiği de biliniyor.
Fakat Türkiye şu anda, sadece Batı’nın gözünde değil, Ortadoğu’daki kurulu düzenin temsilcilerinin gözünde de, “radikal İslami unsurların avukatı olarak” görünüyor. Son olaylar bu izlenimi iyice pekiştirdi.
Bizim açımızdan bu izlenimi pekiştiren başlıca husus ise, Davutoğlu’nun İran’daki anti-demokratik uygulamalardan ve hem bu ülkede, hem de Hamas’ın kontrolündeki Gazze’de muhaliflere karşı işlenen ciddi insan hakları ihlallerinden hiç söz etmemesidir.
Bu öznel ve bizce ideolojik olan “seçiciliği”, BM’nin İsrail’i Gazze’de savaş suçu işlemekle suçlayan “Goldstone Raporu” konusunda da görüyoruz. Erdoğan bu rapora sık sık atıfta bulunsa da, hiçbir zaman raporun Hamas’ı da savaş suçu işlemekle suçladığından söz etmedi.
Özetle AKP, söz konusu insan hakları ihlallerinin Müslümanlara karşı işleniyor olmasından bile fazla gocunmuşa benzemiyor. Bu da, İran’daki muhalefeti ve Filistin’de Mahmud Abbas’a bağlı grupları kendi dünya görüşüne göre “öteki” olarak algıladığını gösteriyor.
Gazze’ye giden konvoyu bilemeyiz ama bizce AKP iktidarı Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları açısından çok tehlikeli sularda yüzmeye başladı.
“Uzaktan bakan” Fethullah Gülen bile bunu görüyor.
Umarız Gülen bundan böyle devreye daha erken girerek cemaati dolayısıyla hükümet - üzerinde daha etkin bir “yatıştırıcı” rolü oynar. Çünkü onun gördüğü tuzakları AKP iktidarının göremediği apaçık ortada.