Türkiye’nin Suriye seçenekleri giderek azalıyor. Bu ülkeden perşembe gününden bu yana dünyaya yansıyan görüntüler, Başbakan Erdoğan’ın sert söylemi ve Beşar el Esad ile geçen hafta altı buçuk saat görüşen Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “dost telkinlerinin” çok da işe yaramadığını gösteriyor.
O görüşmeden sonra Hama kentinden tankların çekilmesinin ise, Ankara’nın baskılarından ziyade, başka kentlere birlik kaydırmak amacıyla gerçekleşen bir manevra olduğu anlaşılıyor. Hama’da ise tankların çekilmesine rağmen durumun hiç normal olmadığı, kentte korku ve terörün hüküm sürdüğü, Şam Büyükelçimizin basınımıza yansıyan raporlarından anlaşılıyor.
Öte yandan Esad’ın, Türkiye’nin iyi niyetli diplomatik girişimlerini zaman kazanmak amacıyla kullandığına dair verdiği görüntü Ankara açısından işi daha da nahoş kılıyor.
Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun Şam dönüşünden sonra yaptığı açıklama uluslararası basın tarafından, Ankara’nın Esad’a demokratik reformları gerçekleştirmesi için 15 günlük bir süre tanıdığı şeklinde algılandı.
Esad’ın bundan sonraki hareketleri ise bu süreyi, Ankara’nın taleplerini yerine getirmek yerine, “elini çabuk tutup işi bitirmek” amacıyla kullandığı izlenimine yol açtı. Davutoğlu’nun önceki gün yaptığı “biz herhangi bir süre tanımadık, askeri operasyonlar derhal durdurulmalı” şeklindeki açıklaması da zaten, Ankara’nın bu konuda duyduğu rahatsızlığı açıkça yansıtıyordu.
Türkiye’nin Suriye’deki son gelişmeler karşısında sessiz kalması bu yanlış algıyı pekiştirmekten başka bir işe yaramayacaktı. Davutoğlu’nun açıklaması bu nedenle isabetli olmuştur. Aksi takdirde Suriye’deki çoğunluğun Türkiye’ye karşı sempatisini yitirmesi dahi söz konusu olabilirdi.
Türkiye’nin Libya’da Kaddafi ile Bingazi’deki geçici yönetim arasında uzun süre bocalamasının böyle bir sonuca yol açtığını, Ankara’nın durumu düzeltmek için daha sonra Bingazi nezdinde çaba sarf etmek zorunda kaldığını unutmamak lazım.
Ancak, Suriye’deki gelişmeler bu minvalde seyrederse, Ankara’nın Esad rejimine karşı hangi somut ve caydırıcı tedbirleri devreye sokabileceği bir muamma olarak ortada duruyor. Türkiye’nin Suriye’ye karşı tek taraflı müdahale etmesine gelince, bu daha çok Batı ve İsrail medyası tarafından pompalanan bir şey.
Fakat bu seçeneğin Ankara açısından mantıkla açıklanabilecek bir geçerliliği yok, zira böyle bir adım ülkeyi sonu belli olmayan bir maceraya sürükleyerek Türkiye’nin başını yıllarca ağrıtabilir. Bu nedenle, Türkiye’nin hayati çıkarları ve ulusal güvenliği ciddi şekilde tehdit edilmedikçe bu “en son düşünülmesi gereken” bile değil, “hiç düşünülmemesi gereken” bir seçenektir.
Türkiye’nin aslında Suriye’ye karşı uluslararası bir koalisyonun askeri müdahalesine sıcak bakmadığı da biliniyor. Irak, Afganistan ve Libya örneklerinden sonra bu tür müdahalenin ne denli işe yarayacağı da belli değil. Kaldı ki bu tür bir müdahale için hangi ülkenin veya uluslararası örgütlerin gerekli uluslararası koalisyonu nasıl oluşturup, bunun yasal zeminini nasıl sağlayacağı da meçhul.
Ancak Suriye’de okun yaydan çıktığı ve işlerin önümüzdeki dönemde, akan kanın da artmasıyla, giderek bir iç savaş görüntüsüne bürüneceği anlaşılıyor. Esad’ın bu durumu engellemek ve ülkesinde barışı ve istikrarı sağlamak için gerekli liderlik vasıflarına sahip olmadığı ise son yaşananlarla birlikte iyice görüldü.
Tahminimiz Türkiye’nin bu durumda Esad’ı iyice gözden çıkarıp Batılı ülkelerle daha yakın işbirliğine girerek, bunu hiç istemese de, Suriye’ye karşı uluslararası yaptırımlar fikrine razı olacağı şeklindedir. Bu arada Türkiye bölge ülkelerinin Suriye’deki rejime karşı baskılarını artırmaları için diplomatik girişimlerde de bulunacaktır.
Bir de tabii Suriye’deki kanlı olaylar karşısında topraklarını şiddetten kaçan Suriyelilere açık tutup, insani olarak elinden geleni yapmaya çalışacaktır. Mevcut konjonktürde Türkiye’nin seçenekleri bundan ibaretmiş gibi görünüyor. Dışarıdan verilen gaz ne olursa olsun, gerisi Türkiye’yi aşıyor.