Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye ile Brezilya’nın girişimleriyle “uranyum takası” konusunda Tahran’a kabul ettirilen formülün çökmesinin ardından bu konuda yaşanan durgunluk dönemi sona eriyor. İran Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Said Celili’nin AB’nin dış politikasından sorumlu olan Catherine Ashton’a geçen cuma günü gönderdiği mektup bunu gösteriyor.
Celili mektubunda, “P5+1” diye bilinen ve Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ile Almanya’dan oluşan grup ile müzakerelere yeniden oturmaya hazır olduklarını duyurdu.
Görüşmelerin ise 10 Kasım’dan sonra iki taraf için uygun bir tarih ve yerde yapılmasını önerdi.
Türkiye’nin bu görüşmelere ev sahipliği yapmak istediği biliniyor. Ancak Ashton, Celili’ye 14 Ekim’de gönderdiği ve müzakerelerin yeniden başlamasını istediği mektubunda Viyana’dan söz etmişti. Buna rağmen müzakerelerin yapılacağı yerin henüz kesin olmadığı söyleniyor.
Görüşmelerin Türkiye’de yapılması İran konusunda Batılı müttefikleri ile zor günler geçiren AKP iktidarı için rahatlatıcı olur tabii. Burada varılacak bir anlaşmanın “Ankara” veya “İstanbul Anlaşması” diye anılması da Türkiye’ye itibar getirir.
Buna karşın uranyum takası konusunda Tahran ile yürütülecek müzakerelerde Türkiye’nin masada yer alması zor görünüyor. Başta ABD olmak üzere -Rusya dahil- P5+1’in diğer üyelerinin buna çok sıcak bakmadıkları belirtiliyor.
Tahran ise kendisine P5+1’e karşı dayanak sağlamış olan Türkiye’yi masada görmek istiyor. Nitekim İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ramin Mehmanparast pazar günü yaptığı açıklamada, müzakerelere P5+1 dışında ülkelerin de dahil edilmesi gerektiğini söyledi.
Mehmanparast dün yaptığı bir açıklamada da, P5+1 ile yapılacak müzakerelerin Türkiye ile Brezilya’nın girişimleriyle 17 Mayıs’ta uranyum takası konusunda kabul edilen “Tahran Deklarasyonu” çerçevesinde ele alınacağını belirtti. Bu açıklama müzakerelerde sıkıntı yaşanabileceğini gösteriyor. Zira P5+1’in temel koşulları değişmiş değil.
Bu grup açısından müzakerelerde, İran’ın ne kadar zenginleştirilmiş uranyum tutabileceği, ne kadarını takas için teslim edeceği konusu ele alınmayacak. İran ile sadece P5+1’in, merkezi Viyana’da bulunan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) verilerine dayanarak, ortaya çıkardığı koşullara nasıl uyacağı müzakere edilecek.
Bu açıdan bakıldığında, Tahran’ın hâlâ bel bağladığı anlaşılan “Tahran Deklarasyonu” müzakerelerde belirleyici bir rol oynamayacak. Batılı diplomatlar da zaten, o deklarasyona konu olan 1200 kilo zenginleştirilmiş uranyumun artık geçersiz olduğunu belirtiyorlar. Yeni müzakerelerin, İran tarafından geçen arada 2000 kilo’ya çıkarıldığı sanılan zenginleştirilmiş uranyum stoku üzerinde başlayacağına işaret ediyorlar.
Tahran’ın müzakerelere başka ülkelerin dahil edilmesine ilişkin tercihine gelince, burada elbette ki kendisine destek sağlamış olan Türkiye ve Brezilya kastediliyor. Ancak, dediğimiz gibi, bunun olması şu anda zor görünüyor. İran Dışişleri sözcüsü Mehmanparast’in bu konudaki açıklamasında da zaten bir “ön koşul dayatma” havası sezilmiyor.
Türkiye’nin işini zorlaştıran bir diğer husus ise Batılı müttefikleriyle İran’a uygulanan yaptırımlar konusunda hemfikir olmamasıdır. Ankara bu yaptırımların gereksiz olduğuna inanırken Batılı ülkeler aksini söylüyorlar.
Ashton’un, Celili’den aldığı mektup üzerine yaptığı açıklamada, “Yaptırımlar tehdidinin bir amacı olduğunu her zaman söyledik” ifadesini kullanması da bu çerçevede dikkat çekiyor. Özetle ABD ve AB, Tahran’ın müzakerelere dönme kararını “yaptırımların acı vermeye başlamasına” bağlıyorlar.
Türkiye’nin İran ile yeniden başlayacak yeni müzakere sürecinin neresinde yer alacağı, hatta yer alıp alamayacağı, yapılan açıklamalara bakılacak olursa şu aşamada belli değil. Fakat işin içinde Ankara olmasa bile, İran ile varılacak bir anlaşmanın Türkiye’yi de rahatlatacağı aşikâr.