Hükümet, İran’a karşı yaptırımlar yerine diplomasi yolundan gidilmesi konusunda Güvenlik Konseyi daimi üyeleri Rusya ile Çin’i yanına çekmeye başardığı için memnun. Ancak Ankara açısından asıl sınav şimdi başlıyor. Zira sıra İran’ın da bazı adımları atma konusunda ikna edilmesine geldi.
Bu nedenle gözler şimdi, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun hafta sonunda İranlı muhataplarıyla gerçekleştirdiği temasların ardından, Başbakan Erdoğan’ın Brezilya
Devlet Başkanı de Silva ile birlikte Tahran’da yapacağı görüşmelerin sonuçlarında olacak.
İran’ın, siyasi riskleri de göze alarak kendisi için çaba sarf etmiş olan Türkiye’nin girişimleri konusunda samimi olup olmadığı da böylece kısa sürede netleşecek. Daha önce de sık sık belirttiğimiz gibi, Ahmedinecad yönetiminin samimiyeti kanıtlanabilirse bunun Türkiye’nin ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun başarı hanesine yazılacağı kesin.
Bu nedenle önümüzdeki günlerde yaşanacaklarla Türk-İran ilişkilerindeki samimiyet de sınanmış olacak. Böylece İran’ın, Türkiye’nin iyi niyetli çabalarını art niyetle ve sırf zaman kazanmak için kullanıp kullanmadığı da ortaya çıkmış olacak.
Hem bizim temas ettiğimiz, hem de Batılı gazetecilere konuşan Türk diplomatların sözlerinden, topun artık Tahran’da olduğunu; İran’ın -yaptırımlar seçeneğinin güç kazandığı bir sırada- bazı olumlu adımlar atmaması durumunda Türkiye’nin yapabileceği fazla bir şeyin kalmayacağını anlıyoruz.
Genel görüntü böyle olunca Tahran’ın da şimdi oturup gelinen noktayı iyi değerlendirmesi gerekecek. Akıntıya karşı kendisini desteklemiş olan Türkiye ve Brezilya gibi ülkeleri de yarı yolda bırakacak olursa, bu kez Batı karşısında iyice izole olacaktır.
Bu aslında ülkeyi demir pençeyle ellerinde tutan mollaların işine gelebilir. Zira “dış tehdit” algısını körüklemek, tüm antidemokratik ve baskıcı rejimlerin sarıldıkları ilk silahtır.
Sadece İran’a değil, olası yaptırımlara aslında soğuk bakan Rusya ve Çin gibi Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerine de zaman kazandırmayı başaran AKP iktidarının da bu durumda, meseleye daha gerçekçi bir açıdan bakması gerekecektir.
İran’daki gibi bir rejime orta veya uzun vadede nükleer silah üretme olanağı sağlamış olmanın Türkiye’ye sadece itibar açısından değil, güvenlik çıkarları açısından da bir maliyet yükleyeceği kesin. Ancak Başbakan Erdoğan’ın önce gitmeyeceğini açıkladıktan sonra Tahran’a gitmeye karar vermesi İran’ın uranyum takası konusunda uluslararası camia ile işbirliği yapmaya ikna edileceğine dair bir sinyal olarak kabul edilebilir. Zira Erdoğan’ın bazı teminatlar almadan İran’a gideceğini sanmıyoruz.
Bundan sonraki gelişmeler, dikkatlerin Türkiye üzerinde kalmasına da neden olabilir. Zira İran ile bu konuda varılacak bir uluslararası antlaşma için yapılacak görüşmelerin Türkiye’de gerçekleşmesinden söz ediliyor.
Şu aşamada net olan bir husus varsa o da İran etrafındaki çemberin daralıyor olmasıdır. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile yaptığı telefon konuşmasındaki temel mesajı da buydu.
İran bu noktada uranyum takası konusunda bir anlaşmaya varamazsa o zaman çok büyük olasılıkla önümüzdeki günlerde yaptırım kararı ile karşı karşıya kalacaktır. Bu da bölgedeki tansiyonu Ankara’nın istemediği bir şekilde arttıracaktır.
Umarız İran bu konuda makul bir noktaya gelir. Ancak gelemez ve bu konuda meydan okumaya devam ederse Türkiye ve Brezilya gibi kendisine destek vermiş olan ülkelerin de artık yapabilecekleri fazla bir şey kalmayacaktır.