TV24’ten Gürkan Zengin dostumuz konuyu irdelemeseydi, Kıbrıs’ta bir şeylerin olduğundan haberimiz bile olmayacaktı. Zengin’in önceki akşamki Editör programı, KKTC’de 18 Nisan’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde Kıbrıs müzakerelerinde gelinen nokta açısından aydınlatıcıydı.
Bu çerçevedeki son önemli gelişme, Kıbrıs Türk lideri Mehmet Ali Talat ile Rum lideri Dimitris Hristofyas’ın hafta başında yaptıkları ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun hararetle desteklediği ortak açıklamaydı. Dışişleri Bakanlığı bu ortak açıklamayı daha sonra yazılı bir metinle de destekledi.
Liderlerin ortak açıklamasıyla Ankara’nın buna verdiği desteğin 18 Nisan’da Cumhurbaşkanı seçilmesi beklenen Başbakan Derviş Eroğlu’na karşı bir hamle olduğu kesin.
Açıkça konuşmak gerekiyorsa, söz konusu açıklama ve Ankara’nın verdiği destek Eroğlu’nun seçilmesi durumunda izlemek zorunda kalacağı çizgiyi ortaya koydu.
Bunun Eroğlu’nu seçmeni karşısında zorda bırakacağı ise aşikâr. Zira seçim kampanyası sırasında yansıttığı “Denktaşçı” yaklaşımı, en azından AKP iktidarda kaldıkça, devam ettirmesi zor görünüyor. Danışmanları Eroğlu’nun 18 Nisan’da güçlü bir oyla ilk turda seçilmesini işte bu nedenle istiyorlar. Bunun Ankara’ya karşı elini güçlendireceğine inanıyorlar. Talat-Hristofyas ortak açıklamasıyla Ankara’nın buna verdiği desteğin Eroğlu’nun oy potansiyelini nasıl etkileyeceğini tahmin etmek güç. Geç gelen bu müdahale, “Tahsinoğlu müdahalesinde” olduğu gibi, Kıbrıs Türk kamuoyu nezdinde ters etki yaratıp seçmenin Eroğlu’nun etrafında kenetlenmesine de yol açabilir.
Fakat sonuç ne olursa olsun Ankara, seçilmesi halinde Eroğlu’nun izlemesi gereken çizgiyi kendisi için tanımlamış oldu. Liderlerin ortak açıklamasını, “seçimlerden sonra kaldığı yerden devam edecek olan müzakere sürecinde gereksiz vakit kayıpları olmaması açısından önemli” bulan Dışişleri, yazılı açıklamasında şu ifadelere de yer verdi:
“Türkiye, mevcut sürecin, yerleşik BM parametreleri ve liderlerin ortak açıklamaları çerçevesinde Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulunması hedefine en kısa zamanda ulaşmasını temenni etmekte ve bunun için gerekli katkıyı her zaman olduğu gibi iyi niyet ve kararlılıkla sağlamayı sürdürmektedir.”
Açıklamanın “püf noktası”, müzakere sürecinin “yerleşik BM parametreleri ve liderlerin ortak açıklamaları çerçevesinde sürmesi” arzusunun ortaya konmuş olmasıdır. Burada Ankara Eroğlu’na, “Müzakerelerde mutabık kalınan hususlarda saati geri çeviremezsin” demiş oluyor.
Örneğin, Cumhurbaşkanı Talat müzakerelerde “tek egemenlik, tek vatandaşlık” kavramını kabul etti. Davutoğlu’nun liderlerin ortak açıklamasına verdiği destek ile Dışişleri’nin açıklamasına bakılacak olursa, Ankara da bunun kabul etmiş oluyor. Oysa Eroğlu’nun bunu reddettiği biliniyor. Kendisi ortak egemenliğin ancak, bağımsız iki devletin kendi halk iradeleriyle teslim ettikleri egemenlik hakları ölçüsünde ortaya çıkabileceğini savunuyor. Eroğlu, kampanyası sırasında bunun için çalışacağını da açıkça belli etti. Ancak son gelişmeler işinin zor olacağını gösteriyor.
Özetle Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde Eroğlu birçok açıdan iki arada bir derede kalacaktır. Bir yandan Rumlarla istemediği bir şekilde müzakereye zorlanacak, diğer yandan da, kemikleşmiş ve Türkiye’den beslenen bir bürokrasinin çıkarlarını milliyetçi söylemlerle korumaya çalışacaktır.
Derviş Eroğlu, siyasi ve ekonomik açıdan özgür bir devletin siyasetçisi olsaydı, mevcut kararlılığı, iradesi ve deneyimiyle kuşkusuz kendi siyasi inançları uğruna çok şey başarabilirdi. Fakat ne yazık ki bağımlı ve dünyadaki gelişmelere tabii bir ülkede siyaset yapıyor.
Onun için Ankara ne diyorsa, sonunda onu yapmak zorunda kalacaktır. Rum kesiminin müzakerelerdeki samimiyetinden haklı olarak kuşku duyan Ankara, buna rağmen Eroğlu’na, “Mevcut müzakere sürecini bozup başıma iş açma diyor.” Türkiye’den Derviş’e giden acı mesaj işte budur.