Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İran konusunda dikkatler haftaya tekrar Türkiye’ye dönecek. Nedeni ise İran ile P5+1 diye bilinen ve Güvenlik Konseyi daimi üyeleri artı Almanya’dan oluşan ülkeler grubu arasında 21-22 Ocak’ta İstanbul’da yapılacak olan ikinci tur nükleer görüşmeleri.
Türkiye bu görüşmelere sadece ev sahipliği yapacak. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun kalbinde yatan aslan, elbette ki, Ankara’nın bu müzakerelerde görünür bir şekilde aktif rol oynamasıdır. Bu Türkiye için ortaya koyduğu “akil uluslararası itfaiyeci” hedefiyle de uyumludur.
Ancak Ankara müzakere masasında olmayacak. Daha önce de yazdığımız gibi, AKP iktidarının başından beri İran yanlısı bir görüntü vermesi Batı açısından Ankara’nın aleyhine işledi. Tahran’ı İstanbul’da sıkıştırmak niyetinde olan P5+1’in Batlı üyeleri ile Türkiye arasındaki görüş ayrılıkları da bu sayede ayyuka çıktı.
Örneğin Ankara ile P5+1’in İran’a karşı uygulanan yaptırımlar konusunda tümüyle zıt görüşleri var. Ankara başından beri bu yaptırımların işe yaramadığını savunuyor. P5+1’in Batlı üyeleri ise tam aksini iddia ederek, Tahran’ın müzakere masasına dönmeyi kabul etmesini yaptırımların “acıtmaya başlamasına” bağlıyorlar.
İstanbul görüşmesinden bir sonuç çıkmazsa ABD ve AB üyesi P5+1 ülkeleri İran’a karşı yeni yaptırımlar isteyecekler. Müzakerelere dahil edilmesi halinde Türkiye’nin bunu sulandırmaya çalışmasından endişeliler.
Öte yandan, P5+1’in diğer üyeleri Rusya ve Çin’in ek yaptırımlara soğuk bakmaları halinde, ABD ve AB, İran’a BM’nin öngördüğü yaptırımlara ek olarak zaten uyguladıkları tek taraflı yaptırımların kapsamını genişletmek isteyecekler. Tabii Tahran’ın Rusya ve Çin’e ne kadar güvenebileceği de tartışmalı.
Sonuçta Güvenlik Konseyi üyesi olan Türkiye aleyhte oy verirken, bu iki ülke BM’nin İran’a karşı getirdiği yaptırımları geçen yıl onayladılar. Bu arada Rusya İran’a balistik füze satışlarını durdurdu. Dahası, İran’ın İstanbul buluşması öncesinde nükleer tesislerini gezmeleri için Tahran’daki Rus ve Çin büyükelçilerine gönderdiği davetler de kabul edilmedi.
İran’ın İstanbul buluşması öncesinde verdiği sinyaller de soruna çözüm bulunması açısından fazla umut verici değil. Örneğin Viyana’da bulunan Uluslararası Atom Enerji Kurumu’ndaki (IAEA) İran temsilcisi Ali Askar Soltaniyeh önceki gün yaptığı açıklamada, İstanbul görüşmesini “son şans” olarak niteledi.
Soltaniyeh, “tıbbi reaktörler” için yakıt çubukları üretme kapasitesine kavuşmalarının ardından bu müzakerelere devam etmeleri için bir neden kalmayabileceğini söyledi. Bu sözleri Batı’da, “yeterli uranyum zenginleştirme kapasitesine varmak üzereyiz, ondan sonra bizi zor bulursunuz” şeklinde yorumlandı.
Ancak ortada bir başka gerçek var. Kendi bölgesindeki Arap ülkeleri nezdinde bile nükleer konusunda yalnız kalan Tahran, Batı karşısında sanıldığı kadar güçlü bir konumda değil.
AKP iktidarının bu durumda -ve özellikle de geçen yıl yaşanan “Tahran Deklarasyonu” sürecinde alınan dersler sonrasında- bu kez atak davranmak yerine, İran yoğurdunu “üfleyerek” yemeyi tercih ettiği görülüyor.
Bu arada, Rusya ve Çin‘in kabul etmemelerinden sonra Ankara’nın, İran’ın nükleer tesislerini gezmesi için Tahran’daki Türk büyükelçisine de gönderdiği daveti kabul etme olasılığı, ortadan kalkmamış olsa bile zayıflamış bulunuyor.
Buna karşın, P5+1 adına müzakereleri yürüten AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ile önceki gün İstanbul’da yaptığı ortak basın toplantısında konuşan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, P5+1 veya İran’dan gelmesi halinde Türkiye’nin kendisinden istenen her türlü yardımı vermeye hazır olduğunu söyledi.
Bu arada Ankara ile Tahran arasında bir telefon trafiğinin yaşandığı da biliniyor. Davutoğlu’nun bu çerçevede İran’ı, İstanbul görüşmesinden kaçmaması ve meydan okuyan tavırlar sergilememesi için telkinde bulunduğu sanılıyor. “Arabulucu” olmayan ve İran ile müzakerelere sadece ev sahipliği yapan Ankara’nın şu aşamada yapabileceği başka bir şey de pek yok.