AB hedefimizi tartışırken hiçbir zaman “AB’nin işi bitti” demedik. Son yazılarımızla söylemeye çalıştığımız şuydu: AB artık eski AB değil. Türkiye üyelik için gerekli koşulları yerine getirse bile, Avrupa’daki koşullar değişti. Türkiye’nin üyelikten sağlayacağı maddi yarar da azaldı.
Türkiye’de değişim ise artık AB’den çok ülkenin kendi dinamiklerinden kaynaklanıyor. AB sayesinde Türkiye’de yasal müktesebatın çağdaşlaştırılması yönünde önemli adımlar atıldı, atılmaya da devam edecektir. Bu yadsınamaz bir kazanımdır.
Ancak bu yasal adımların uygulanması sonuçta Türkiye’nin iç dinamiklerine bağlı. Öte yandan, AB perspektifi “tökezlese” bile, Türkiye’deki değişim süreci devam edecektir, zira “Pandora’nın Kutusu” artık açılmıştır.
Bu arada, yaşadığı krizler nedeniyle Avrupa’nın daha da içine kapanacağını tahmin edenlerin sayısı artıyor. Georgetown Üniversitesi profesörlerinden Charles Kupchan bunlardan sadece sonuncusu.
Yazısı 29 tarihli Washington Post gazetesinde yayımlanan Kupchan, AB’nin geleceği için çizdiği karamsar tablodan sonra şunları belirtiyor:
“60 yıl önce Avrupa’nın kurucu babaları Jean Monnet, Robert Schuman ve Konrad Adenauer’dı. Bugün tehlikeli bir şekilde çökme noktasına gelen (AB) projesine yeniden hayat verecek liderlere ihtiyaç var. Şu an için bu liderler görünürde yok.”
Biz AB projesinin çökeceğine inanmıyoruz. Ancak koşulların zorlamasıyla şekil değiştirmeye devam edeceği kesin. Bu nedenle Türkiye de AB hedefinde ince ayarlara gitmek zorunda. Bu ayarlar Türkiye’nin, AB’nin kurumsallaşmış yapısıyla daha da derin ilişkiler geliştirilmesini engellemiyor.
Unutmamak lazım ki, Türkiye’nin AB için önemi hem siyasi hem de ekonomik açıdan giderek artıyor. Bunu gören Avrupalıların sayısı da az değil. AB de bu nedenle Türkiye ile birçok alanda daha derin kurumsal ilişkilerin gereğini hissedecektir.
Ancak Türkiye’de hâlâ serbest dolaşım hakkını hayal edenler varsa bu olmayacak. Fakat bu “Kapı Türklere kapandı” anlamına gelmiyor. “Kapı vasıfsız Türklere kapandı” anlamına geliyor. Yoksa Avrupa ile ilgili vahim demografik tahminlere bakılırsa, AB yolu Türkiye’den gelecek kalifiye ve profesyonel elemanlar için giderek açılacaktır.
Öte yandan, Avrupalılar için bile “maddi fayda” boyutu zayıflıyor olsa bile, AB’nin cazibesini hâlâ canlı tutan önemli bir neden var. Bu da Türkiye’nin Birlik ile koşulların el verdiği en derin ilişkileri geliştirmesini ayrıca önemli kılıyor.
Bugün AB bir “barış alanıdır.” AB üyeliği Avrupa’nın birçok çatışmanın üstesinden gelinmesini sağlamıştır. AB’nin eski Yugoslavya’yı yıkan ve Kosova’nın elden gitmesine neden olan bir birlik olarak görüldüğü Sırbistan’da bile çoğunluk üyeliği istiyor. Üstelik bundan sağlanacak maddi yararın azaldığını bile bile.
Dahası, AB üyelerine ve adaylara modern ve işlevsel bir müktesebat sağlıyor. Böylece, örneğin, “Maastricht Kriterleri” ile “Kopenhag Kriterleri” modern dünyanın altyapısını oluşturan nesnel ilkeleri ve hedefleri kapsıyor.
Bunların bir kısmını henüz yerine getirememiş AB üyeleri bile var. Ancak ulaşılması gereken hedeflerin ne olduğunu “AB Müktesebatı” sayesinde biliyoruz. Yapısal reformların yapılması ise hızla kalkınan Türkiye için zaten elzem. AB müktesebatı Türkiye için önemli bir “başarı” veya “başarısızlık” ölçeği sağlıyor.
AB kendisini toparlamaya başladığında, büyük olasılıkla bütünleşme açısından değişik hızlarda ilerleyen üyelerden oluşan bir birlik olacak. Bu da Türkiye’ye, farklı “üye kümeleri” ile değişik derinlikleri olan ilişkiler kurma olanağı sağlayacaktır.
Bu arada Türkiye’nin ekonomik alandaki karşılaştırmalı avantajları da giderek artıyor. Türkiye bunun paralelinde dünyadaki siyasi etkinliğini de artırıyor. AB’nin bunun Avrupa için sağladığı ve sağlayacağı göreli avantajları göz ardı etmesi ise mümkün değil.
Sonuçta, tam üyelik uzak ve bir noktadan sonra gereksiz bir hayal gibi görünse bile, Türk-AB bütünleşmesi nesnel koşulların gerekli kıldığı ölçüde devam edecektir.