Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İsrail’de Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın başını çektiği Yahudi köktendinciler ile Türkiye’deki yeniyetme anti-semit İslamcıların hoşuna gitmiyor tabii, fakat İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkileri düzeltmek için aktif çabalar sarf edildiğini artık resmen biliyoruz.
Başbakan Erdoğan’ın son dönemde İsrail konusunda daha kontrollü gitmesi, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun da, geçen hafta sonu bir grup gazeteciyle konuşurken İsrail’e dönük daha yumuşak bir tutum benimsemesi bu çerçevede dikkat çekiyor.
Fakat asıl önemli olan İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Andy David’in birkaç gün önce yaptığı açıklama ile iki ülkenin şu anda örtülü görüşmeler yürütmekte olduklarını doğrulamasıydı.
Bu açıklamanın Lieberman’ın bu tür görüşmeleri engelleme çabalarına karşın, kendi bakanlığından yapılması tabii ki ayrıca ilginç. Bunu, İsrail dışişleri bakanlığı içinde Türkiye konusunda yaşanan görüş ayrılıklarına yormak mümkün bizce.
David o açıklamasında, “İki ülke tekrar doğru raya dönmeliler, eski diplomatik ilişkilerine kavuşmalılar, eskisi gibi dostane ilişki içinde olmalılar. Ben bunun çok gecikmeyeceğine inanıyorum” demiş, İsrail basınına göre.
Burada iki ülkenin kaybettikleri karşılıklı sevgiyi birdenbire yeniden keşfettikleri bir durum söz konusu değil elbette. Fakat, “idealist” bir dış politika güden AKP iktidarının şahsi arzularına karşın, “reel politikanın” yine baskın geldiği söylenebilir.
Başbakan Erdoğan’ın önceki gün Türkiye Müteahhitler Birliği’ndeki ödül töreninde, bizim gibi yorumcuları hedef alarak verdiği “diplomasi dersi”nin mantığını anlamakta güçlük çektik. Ancak Erdoğan’ın orada söylediği doğru bir söz vardı.
Dış politika gerçekten de lafla ve yorumla yürümüyor. Erdoğan’ın “One minute” çıkışından bu yana yaşananları düşündüğümüzde bu sözün doğruluğunu çok daha iyi anlıyoruz.
Özetle, Erdoğan ile İsrail Başbakanı Netanyahu arasında herhangi bir sevgi bağı bulunmamasına karşın, her ikisi Türk-İsrail ilişkilerinin kendi vehim, arzu ve ideolojik temennilerinin ötesinde bir öneme sahip olduğunu artık görüyorlar.
Başka bir ifadeyle, Türk-İsrail ilişkilerinin aynı zamanda bölge dengelerini, küresel dengeleri ve bu iki ülkenin ABD gibi önemli üçüncü ülkelerle ilişkilerini de yakından ilgilendirdiği artık ortaya çıkmış bulunuyor.
İlişkileri düzeltme arayışlarından başarı elde edilip edilemeyeceğini şu aşamada bilemiyoruz. Lieberman ve onun gibi düşünen Yahudi köktendinciler, özellikle Mavi Marmara baskını konusunda “ölmek var dönmek yok” tavırlarından vazgeçmiş değiller.
Netanyahu da bu çerçevede “Türkiye’den özür dilemeyeceklerini” tekrarladı. Buna karşın Mavi Marmara’da öldürülen 9 Türk eylemci için “üzüntülerini bildirmeye” hazır olduklarını duyurdu.
Bize, kritik anlarda kendilerini zorda bırakan Lieberman’dan “eşyanın tabiatı gereğince” nefret eden Obama yönetimi, perde arkasından hem Netanyahu’ya, hem de Erdoğan’a uzlaşmaları konusunda baskı uyguluyor.
Son Ermeni tasarısı olayında Türkiye lehine sahne gerisinde çaba sarf eden Obama yönetiminin bunun karşılığını istediğini düşünmek de ters olmaz. Ortaya nasıl bir “özür” ve “tazminat” formülünün çıkacağını, bunun taraflarca kabul edilip edilmeyeceğini şu aşamada bilmiyoruz.
Sonuçta konu iki ülkede iç siyaset malzemesi haline dönüşmüş bulunuyor ki bu da işleri zorlaştırıyor. Fakat İsrail’de, Türkiye ile ilişkilerin bu noktalara getirilmesine “stratejik hata” olarak bakanların sayısı da artıyor. Bu çerçevede Lieberman’a duyulan öfke de artıyor.
Haaretz gazetesi yazarlarından Akiva Eldar’a göre Lieberman Türkiye’ye karşı “bozucu” tutumuyla aslında dış politikadaki başarısızlığını örtmeye çalışıyor. Eldar, “Lieberman ve Büyük Ağzı” başlıklı yazısında daha da ileri giderek şunları belirtmiş:
”Lieberman bar fedaisi olarak mesleğine başladığı kabadayı günlerinden edindiği ‘göze göz’ felsefesini dış politikaya uygulamaya çalışıyor...”
Özetle, “Kasımpaşa diplomasisinin zararları” İsrail’de de artık görülmeye başlandı.