Anadolu Ajansı’na konuşan Cumhurbaşkanı Gül, Suriye’deki gelişmeler karşısında duyduğu hayal kırıklığını açıkça ortaya koydu. Gül, Türkiye’nin son yıllarda en çok siyasi yatırımını bu ülkeye yaptığını vurgulayarak şunları söyledi:
“Türkiye olarak bu konuda çok çalıştık. Sayın bakanlar, Sayın Başbakan, ben, kamuoyunun bildiği veya bilmediği çok katkılar sağladık. Düşüncelerimizi çok açık bir şekilde paylaştık ve en sonunda Dışişleri Bakanımız Suriye’ye gittiğinde, mesajlarımızı, ‘artık günah bizden gitti’ dercesine gayet açık ve dürüst bir şekilde bir kez daha paylaştık.”
Suriye’deki olayları günlük olarak takip ettiğini de belirten Gül, “Kaç kişi ölüyor, kaç kişi yaralanıyor, çok detaylı istihbarat raporları geliyor” dedikten sonra, “Açıkçası her şeyin çok az ve çok geç olduğu bir safhaya geldiğini görüyorum. Bizim güvenimiz kaybolmuş vaziyette” diye konuştu.
Özetle devletin en üst kademesinde, Beşar el Esad’ın bu işin içinden demokratik yollardan çıkabileceğine dair ne umut, ne de beklenti kalmış. Esad’a gelince, o da Suriye televizyonuna kısa bir süre önce verdiği demeçte, “Türkiye’nin Suriye konusundaki niyetlerinin ne olduğunu bilmediklerini” söylemişti.
Tam bir sağırlar diyaloğu
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun son Şam ziyaretinde Esad’la yaptığı 6.5 saatlik görüşmede nelerin konuşulduğuna dair merakımız bu durumda daha da arttı. Ancak, bu görüşmede neler konuşulmuş olursa olsun, Şam’ın Ankara’yı dinlemediği -dolayısıyla Türkiye’nin niyetlerini anlayamadığı- Davutoğlu’nun da, ne kadar iyi niyetle ve ayrıntılı konuşmuş olursa olsun, Esad’ı ikna edemediği ortada.
Kısacası iki ülke arasında tam bir “sağırlar diyaloğunun yaşandığını” görüyoruz. Oysa Türkiye, Esad’dan beklentilerini defalarca duyurdu. “Şiddeti durdur, gereken reformları yap, sonuna kadar yanındayız” dedi. Ayaklanma öncesinde de Suriye’ye Batı karşısında arka çıkacağını açıkça gösterdi.
Bu çerçevede iki ülkenin yararına önemli siyasi, ekonomik ve sosyal girişimlerde bulundu. Özetle, Gül’ün dediği gibi, son yıllarda en çok siyasi yatırımını bu ülkeye yaptı.
Ancak, gelinen olumsuz durum karşısında, Türkiye’nin Suriye’ye bu kadar “siyasi yatırım” yapmasının, başka bir ifadeyle bu ülkeye şimdi aşırı olduğu görülen bir güvenle sarılmış olmasının ne kadar isabetli olduğunu sorgulamak durumundayız.
“Komşularla iyi ilişkiler” kuşkusuz ülkeleri yönetenlerin en önemli ve olumlu çabaları arasındadır. Ancak AKP’nin, “İslami dayanışma” ruhundan hareketle, mutlak despotlar tarafından yönetilen ülkelerle “siyasi ve ekonomik entegrasyon” denemelerine girişmesinin, Türkiye gibi demokrasiyle yönetilen ve liberal ekonomiye sahip olan bir ülke için ne denli riskli olduğunu Suriye örneğinde görüyoruz.
AKP bir karar vermeli
Yönetim biçimleri kemikleşmiş olan bu gibi ülkelere “demokrasi” ve “reform” telkin etmenin ne denli boş bir çaba olduğu da şimdi daha net görülüyor. Cumhurbaşkanı Gül’ün hayal kırıklığını da bunun bir yansıması olarak kabul etmek gerekiyor.
Ankara’nın bu durumdan, başta İran olmak üzere, bölgedeki diğer despotik rejimlerle ilişkileri açısından çıkaracağı bazı dersler olmalı. AKP’nin Türkiye’nin dış politika seçeneklerini çeşitlendirip genişletmek istemesinin mantığı hem siyasi hem de ekonomik açıdan anlaşılır bir şeydir.
Ancak bazı ilişkilere aşırı bir güven ve hevesle sarılıp bunlardan aslında olmayacak şeyleri ummanın sonu, Suriye örneğindeki gibi hüsran olabiliyor. Uzun lafın kısası, Türkiye -nüfusu ağırlıklı olarak Müslüman olan bir ülke olsa bile- tüm eksikliklerine rağmen demokrasiyle yönetilen bir ülkedir.
Hal böyle olunca AKP, ülkenin uzun vadeli çıkarları gereğince, hangi dünyaya daha yakın durulması gerektiğine artık karar vermek durumundadır. Başka bir deyişle, dünyanın nesnel arzularımıza göre şekillenmediğini görmek zorundadır.
Öte yandan, biz demokratik yolumuzda ilerlerken despotlarından kurtulan Müslüman halklar Türkiye’yi örnek alıp bizden yardım istiyorlarsa da ne âlâ... Fakat bunu istedikleri de şu aşamada kesin değil.