Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Ankara’da önceki gün başlayan “Üçüncü Büyükelçiler Konferansı”nda yaptığı açılış konuşmasını dinledik. Konuşmasında Türkiye açısından çıtayı bir hayli yükselten Davutoğlu, büyükelçilerimizin önüne, sadece bizim değil, konuştuğumuz büyükelçi dostlarımızdan bazılarının dahi “iddialı” buldukları hedefler koydu.
Davutoğlu’na göre, dünyada yeni bir düzen kurulurken Türkiye, o düzenin “temel taşını atan ülkelerin başında gelecek.” Bu hedefe ulaşılması halinde Türkiye’nin dünya dinamikleri açısından sadece tepki gösteren değil, oyun kuran ve dünya dengelerini etkileyen bir ülke konumuna yükseleceği aşikâr.
Bu vizyona göre, Türkiye aynı zamanda kendisini “akil ülke” rolüne hazırlamak zorunda. Özetle, Türkiye’nin dünyada olumlu dinamikleri devreye sokan bir ülke olmasından söz ediyoruz. Davutoğlu’na göre diplomatlarımızın da bu çerçevede kendilerini birer “itfaiye eri” olarak görmeleri gerekiyor.
Üstelik sadece yangın söndüren değil, yangınların çıkmasını önleyen ve -kendi ifadesiyle- “şehir planlamacısı” olan itfaiye erleri. Ancak, Davutoğlu’na göre, bütün bunlar içimizdeki “aşağılık kompleksini” üzerimizden atmamıza bakıyor.
İster “vizyon” deyin, ister “rüya” Davutoğlu’nun -bizim şu aşamada sadece bir “temenniler dizisi” olarak gördüğümüz- bu hedeflerini benimsememek imkânsız. Ülkesinin dünya arenasında bu mertebeye erişmesini kim arzulamaz ki? Ancak, “aşağılık kompleksi” savı bir yana, nesnel olarak baktığımızda bu vizyon açısından ortada bazı sorunların olduğu da inkâr edilemez.
Türkiye elbette ki, ekonomik açıdan hızla büyüyen, bölgesinde siyasi ve askeri ağırlığını giderek hissettiren, bu yüzden de kendisinden olumlu veya olumsuz anlamda söz ettiren bir ülke konumundadır bugün. Bu konumun büyük beklentilere yol açması da doğaldır.
Buna karşın Türkiye’nin arzulanan anlamda küresel oyun kurucu olması için, her şeyden önce hem içerde, hem de dışarıda hâlâ halletmesi gereken çok sayıda sorunu var. İçerdeki sorunlar bir yana, dışarısı açısından Kıbrıs sadece bir örnektir. Bu sorunun çözümsüz kalması Davutoğlu’nun vizyonu açısından ciddi bir engeldir.
Sonuç itibariyle nüfusu bir milyon bile olmayan bir Kıbrıs Rum yönetimi, Ankara’nın uluslararası düzeyde oyun kurucu olmasını kolaylaştıracak hedeflerine çomak sokabilmektedir. Bu arada “Müslüman dayanışması” beklentisi de, Rumların uluslararası düzeyde başarılı olan Türkiye aleyhtarı girişimlerini “nötralize” edecek düzeyde gerçekleşmemiştir.
Özetle, Türkiye’nin arttığı söylenen siyasi ve diplomatik gücü, Kıbrıslı Türklerin üzerindeki ambargoların gevşetilmesini bile sağlayamamıştır. Öte yandan Ermenistan ile ilişkilerin bir türlü normalleştirilememesi, Türkiye’nin “akil ülke” olarak Kafkaslarda, “yangın önleyici” olmasını bırakın, “yangın söndürücü” olmasını bile engellemektedir.
Diğer bir güncel örnek ise elbette Türkiye-İsrail ilişkileridir. Bu ilişkilerin 2008 sonundan bu yana giderek bozularak kopma noktasına gelmesi, Türkiye’nin Ortadoğu’da “oyun kuran” ülke olma potansiyeline de zarar vermiştir. Nitekim Türkiye ister İran konusu olsun, ister Ortadoğu sorununa barış arayışları olsun, şu anda diplomatik çabaların odağındaki bir ülke değildir.
Bu olumsuz örneklere karşın, Türkiye’nin hem “akil” ülke olarak, hem de “yangın söndüren ülke” olarak kendisini kanıtlaması için ortada altın bir fırsat var. O da Sudan’dır. Bölünmenin eşiğinde olan o ülkenin mazlum halkı, yeni bir “yangın” korkusuyla yaşıyor şu anda.
Türkiye ise Davutoğlu’nun vizyonu çerçevesinde buna müdahale edecek konumdadır. Zira Sudan, Türkiye’nin Arap dünyası ile Afrika açılımlarının yanı sıra, “mazlumdan yana olma” ve “medeniyetleri barıştırma” iddialarının hepsine aynı anda hitap eden bir örnektir.
Uzun lafın kısası, “vizyon” sahibi olmak güzel bir şeydir, fakat bu vizyon işe yarayacaksa somut adımlarla hayata geçirilmesi şarttır.