Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı, eski diplomat ve dostumuz Sinan Ülgen’den bir kitap aldık. Adı “Stratejik Derinliğe Düşen Türk Dış Politikası.” Burada tabii ki Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” adlı kitabına bir gönderme var.
Yönetiminde Mehmet Ali Bayar gibi başarılı eski bir başka diplomatı da barındıran DP adına hazırlanan bu kitap, doğal olarak, AKP’nin dış politikasına eleştirel bir yaklaşım getiriyor. Ancak, okunduğunda görüleceği gibi, bu elden geldiği ölçüde nesnel olarak yapılmaya çalışılıyor.
Bu çerçevede, Ortadoğu ülkeleri ile geçmişte ihmal edilen ilişkilerin geliştirilmesi, Güvenlik Konseyi geçici üyeliği, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclis Başkanlığı’nın Türkiye’ye geçmesi ve Sırbistan ile Bosna arasında yürütülen arabuluculuk gibi gelişmeler AKP’nin “başarı” hanesine yazılıyor.
Eleştiri kısmına gelince bunların “yapıcı” olmakla birlikte biraz da “yakıcı” olduğunu söylemek gerekiyor. Örneğin, yukarıda sıralanan başarılara işaret edilmekle beraber, AKP’nin dış politikası bir “sarhoş yürüyüşüne” benzetiliyor. Bununla “bir politikanın belli bir odak ve öngörülebilirlikten yoksun olması”nın kastedildiği belirtilerek şu yargıya yer veriliyor:
“AKP’nin dış politikası, siyasal İslam’dan türemiş bir partinin önceliklerini yansıtan bir ideolojinin esiri olmuş, gerçekçilikten uzaklaşmış ve öncelikten yoksun bir nitelik kazanmıştır.”
AKP iktidarının bu yüzden AB’ye tam üyeliğin ne anlama geldiğini kavrayamadığı vurgulanan kitapta, buna örnek olarak şu görüşe yer veriliyor:
“Başbakan Erdoğan’ın Suudi Arabistan’ı ziyaretinde dile getirdiği ‘Bizim için AB ne ise, Suudi Arabistan odur’ ifadesi, AKP’yi yöneten kadroların AB’ye bakış açısını zaten en sarih ve herhangi bir yoruma yer bırakmayacak şekilde özetlemektedir.”
ABD ile ilişkiler konusunda ise, Washington tarafından ortaya atılan “Model Ortaklık” kavramının ne anlama geldiği belli olmazken, AKP iktidarının bu tanımın ortaya atılmış olmasını önemli addettiğine işaret ediliyor.
ABD ile ilişkilerdeki temel yapısal yanlışın bu noktada, yani “zarfın mazruftan daha güçlü bir şekilde takdim edilmesinden” kaynaklandığı, oysa kavramların tek başına bir anlam ifade etmediği vurgulanarak, şu görüşlere yer veriliyor:
“Titiz çalışmalar ve karşılıklı müzakereler neticesinde oluşan çok yönlü ve seviyeli somut işbirliği konuları olmadıkça, kavramlar bir süre sonra ilk anda yarattıkları etkiyi yitirmekte, çoğu zaman da murad edilenin tam tersi mecazi anlamlar kazanmaktadır.”
Washington Büyükelçimizi süresiz olarak geri çektiğimiz şu sıralarda Türk-ABD ilişkilerinde gelinen olumsuz nokta düşünüldüğünde, bu yargıda haklılık payı görmemek elde değil.
Kitapta AKP’nin İsrail siyasetine de değinilirken şu görüşlere yer veriliyor:
“İsrail’in Başta Gazze olmak üzere, işgal edilmiş Filistin topraklarındaki siyasetini eleştirmek ayrı bir meseledir, İsrail ile ilişkilerin karşılıklı saygı ve güvene dayanarak sürdürülmesini sağlamak ayrı bir meseledir. AKP, bu dengeyi tamamen yitirmiştir.”
Son olarak kitabın Ermenistan ile imzalanan protokollere bakışından söz edecek olursak “zamanlaması, niteliği ve içeriği sakıncalı” görülen bu açılımın da, “Kesin bir şekilde iflasa sürüklenmekte olduğu” belirtiliyor.
Türkiye açısından stratejik öneme sahip konuların başında bir enerji üssü olma hedefinin geldiğine ve bu hedefin gerçekleştirilmesinde Azerbaycan ile ilişkilerin büyük önem taşıdığına işaret edilerek, hükümetin bu temel gerçeği göz ardı ettiği yargısı kayda geçiriliyor.
Benzeri tüm çalışmalar gibi bu kitaptaki görüşler de kuşkusuz eleştiriye açık. Ancak, kitapta ortaya konulan ve yaşanan gelişmelerle doğrulanan yargıların önemini azaltan bir husus değil bu.
Türk dış politikası ile samimi olarak ilgilenenlere bu kitabı temin ederek okumalarını salık veririz.