Kötü habere endeksli bir toplumuz. Medyamız da haliyle bunu yansıtıyor. İyi haberin pek “satmayacağı” düşünülüyor. Doğrudur da. Türkiye hakkında iyi bir haber çıktı mı, ulusal mazoşizmimiz hemen devreye giriyor. “Kesin vardır bir bit yeniği, yoksa eniştem öpmezdi” deniyor. Ama bazı iyi haberleri göz ardı etmemek lazım.
Cuma günü ünlü ekonomik “rating” kuruluşu Standard and Poors (SP) Türkiye’nin kredi notunu BB ve BB+ olarak yükseltti. Anladığımız kadarıyla bu not Türkiye’ye yatırım açısından tam onay vermiyor. Ancak Türkiye’nin önünün açık olduğu belirtiliyor. Bu nedenle önümüzdeki 12-24 ay içinde yeni bir kredi artışının olabileceği söyleniyor.
Bunların ne anlama geldiğini en iyi ekonomistler bilir. Onun için ayrıntılarını onlara bırakıyoruz. CNN Türk’te Bilal Çetin ve Erdal Sağlam ile NTV’de de Mahfi Eğilmez ile Servet Yıldırım’ı bu sabah bu konuda dinlemek kanımızca yararlı olacak.
Biz gene de burada SP’den Frank Gill’in konuyla ilgili tespitlerine yer vermek istiyoruz. Gill şunları söylüyor:
“Bu rating artışı, Türk hükümetinin son 10 yıldır borç yükünü düzenli olarak azaltması sayesinde, ekonomik siyasetteki esnekliğini geliştirmesine ilişkin görüşümüzü yansıtıyor. Bu aynı zamanda Türkiye’deki denetleyici kurumların, dışarıdaki olumsuz gelişmelere rağmen, finansal sektörü sağlam tutmalarındaki başarılarını gösteriyor.”
SP adına yapılan açıklamada, Türk bankacılık sisteminin “Doğu Avrupa’daki en sağlam sistemlerden biri olduğuna” da işaret edilerek, sermaye piyasasının da gelişmeye devam ettiği not ediliyor. Bu sayede hükümetin 10 yıl vadeli iç borçlanmayı göze alabildiği belirtiliyor.
Yatırımcıların yakından takip ettikleri “MarketWatch.com” sitesinin baş analistlerinden Tom Bernis’in konuyla ilgili yorumu ise Türklerin egosunu okşayacak nitelikte. Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyenlerin öne sürdükleri argümanların “bu sayede daha da güçlendiğine” işaret eden Bernis, Yunanistan ile bir karşılaştırma yapıyor.
SP’nin Türkiye için ortaya koyduğu görüntü ile Yunanistan’ın mevcut durumu arasındaki “çarpıcı zıtlığa” dikkat çeken Bernis, aynen şunları belirtiyor:
“Yunanistan kamu finansını daha iyi yönetmek açısından bir model istiyorsa, Ege Denizi’nin ötesindeki ezeli rakibinden daha uzağa bakması gerekmiyor. Yunanistan’ı reform konusunda ikna etmek mümkün olmuyorsa, Türkiye ile yer değiştirmesi konusunda ortaya atılacak nazik bir tehdit işe yarayabilir.”
SP’nin açıklamaları, Türkiye’nin -Avrupa’daki kriz ile yeni bir boyut kazanan- küresel krizden en az etkilenen ülkelerden biri olduğuna dair görüşü teyit ediyor. Özetle, Avrupa’da bazı ekonomiler çökerken, Türkiye yabancı yatırımcılar için güvenilebilecek bir ülke olma yolunda ilerliyor.
Bu hükümetin de işine gelen bir gelişme tabii ki. Başbakan Erdoğan böylece, “Kriz Türkiye’yi teğet geçti” argümanı açısından koz da kazanmış oluyor. Buna karşın Türkiye’de “sokaktaki adam”ın durumu ve TEKEL işçilerinin, Türk işçi hareketi tarihine şimdiden geçmiş olan eylemleri de gün gibi ortada.
Dünya Bankası istatistiklerine göre Türkiye GSMH itibariyle bugün 176 ülke arasında 15’inci konumdadır. Başka bir ifadeyle ekonomik açıdan Avusturya, Belçika, Hollanda, İsveç ve Yunanistan gibi AB üyelerinden daha büyük.
Ancak, “Satın Alım Gücü Paritesi” (PPP) açısından ölçüldüğünde bile, kişi başına gelir sıralamasında 210 ülke arasında 77’nci konumdadır. Bu da sorunun “dışarıda” değil “içeride” olduğunu gösteriyor.
Yani “sermaye birikimi” açısından başarılı olan Türkiye, sosyal adalet, eşit gelir dağılımı ve adil vergi yükü gibi sorunlar nedeniyle halkı hak etmediği bir düzeyde tutuyor. Özetle, onulmaz mazoşistlerimizin iç siyasi karışıklıklar karşısında her zaman iddia ettikleri “dış parmak” argümanının, ekonomi açısından da pek geçerli olmadığı görülüyor.
Türkiye’de ekonomik sıkıntı çekenler, bu nedenle, sorunu dışarıda değil içeride ve kendi yöneticilerinde arasınlar. Yoksa ülkenin global ekonomik görüntüsü fena sayılamaz.