Bangladeş, Endonezya, İran, Libya, Fas, Pakistan, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Tayland, Tunus, Türkmenistan, Birleşik Arap Emirlikleri. Demokrasiden fazla nasip almamış olan bu ülkeler “YouTube” isimli video paylaşım sitesini şu veya bu şekilde bloke eden ülkelerin başını çekiyorlar.
Fakat “demokratik olmakla” övünen Türkiye de bu listede. Üstelik yalnız YouTube’u bloke etmesi ile değil, interneti sansürleyen ülkeler listesinin de başlarında yer alması nedeniyle. Bu kez özgür dünyada bu özelliğimizle dikkat çekmeye başladık.
Hükümet istediği kadar “toplum özgürleşiyor” diye böbürlensin, basın meslek kuruluşlarımız istedikleri kadar her yıl “sansürün kaldırılışının yıldönümünü” kutlasınlar, Türkiye sansür güdüsünü içinden bir türlü atamıyor.
Atamadığı gibi, işler daha da kötüye gidiyor ve Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nin sansürlenmesine kadar uzanıyor artık. Özetle, sansür ruhu mayamıza işlemiş. Bu ruhun sadece belli bir kesime ait olduğu da sanılmasın.
Aksine bu güdünün “ideolojiler üstü” olduğunuzu görüyoruz. Öyle ya, kim AKP’nin Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ile bu konuda dayanışma içine gireceğini düşünebilirdi ki?
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın YouTube konusundaki görüşleri artık kamuoyuna mal oldu. Bunlara burada tekrar girmeye gerek yok. Yıldırım’ın yansıttığı sansürcü ruh ise bize göre şaşırtıcı değil.
Bizce AKP’nin asıl derdi “YouTube’da Atatürk’e hakaret ediliyor olması,” veya “toplumsal ahlak meselesi” değil. Asıl derdi AKP ve özellikle de Başbakan Erdoğan aleyhindeki olumsuz yayınların önünü kesmek.
Unutmayalım ki bir karikatüre dahi tahammül edemeyen bir Başbakanımız var.
Yoksa, “Kopenhag kriterlerine bağlı olduğunu” iddia eden hükümet gerçekten “özgürlükçü” olsaydı, var olan siyasi gücüyle bu sorunu çözerdi.
Bu arada, Cumhurbaşkanı Gül’ün YouTube yasağına karşı çıkması, Başbakan Erdoğan’ın da, “proxy adresleri” kastederek gazetecilere, “Ben YouTube’a giriyorum, siz niçin giremiyorsunuz?” türünden alaycı sözler sarf etmesi, Türkiye açısından işi daha da garip kılıyor tabii.
ADD’ye gelince, yeni başkanı Tansel Çölaşan BBC’nin konu ile ilgili sorularını yanıtlarken, Atatürk’e ve kadın haklarına inandığı için YouTube’un bloke edilmesinden herhangi bir rahatsızlık duymadığını söylemiş. Tabii burada hemen malum soru akla geliyor.
“Ne yani Atatürk’e hakaret mi edilsin? Pornografi serbest mi bırakılsın?”
Ancak, YouTube Türkiye’de yasaklandı diye bu site üzerinden Atatürk’e hakaret edilmesine son mu verildi? Tüm dünya bu videoları hala izliyor.
Bir tek Türkler izleyemiyor ki, aslında bu da doğru değil zira - yasakçı İran ve Çin’in de keşfettikleri gibi - bloke edilen sitelere girmenin farklı yolları var (ve bunlardan birini Erdoğan gösterdi).
Gerçi, şimdi “proxy adresleri” kullanmak da yasaklanacakmış, ama bu da aşılabilir. Kaldı ki bu adresleri de yasaklamaya başladığınız zaman, artık otomatik olarak yasal ve ticari alanlara da bulaşmaya başlıyorsunuz.
Öte yandan, pornografik sitelerin bloke edilmesi, bu sitelere girilmesinin önünü kesmiyor. Niyeti olan yolunu yine buluyor. “Yasak meyve tatlı olduğu” için bu alandaki sansür ilgiyi daha da körüklüyor.
Burada da “çocuk pornografisi ve cinsel şiddet konuları ne olacak?” sorusu akla geliyor. Fakat bu tür sitelerle savaşmakta sorun yok, zira bunlar ülkelerinin en çok işbirliği yaptıkları alanlar arasındadır.
Başka bir deyişle, aptal bir lise veya üniversite öğrencisinin YouTube’a koyduğu ve Atatürk’e hakaret eden video’yu veya New York’ta yasal olarak kurulan bir erotik veya pornografik siteyi yasal yollardan engelleyemezsiniz belki, ama çocuk pornografisi ve cinsel şiddet içeren siteler her zaman yasal yollardan engellenebilir.
Ama asıl niyet bu değil. Niyet, sansür güdüsünü bir şekilde canlı tutmak. AKP ile ADD’nin bile bu konuda anlaşabilmeleri ülkemiz açısından gerçekten hüzün verici.