Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Washington’un gizli diplomatik yazışmaları AKP iktidarının Ortadoğu’ya dönük politikasının bölgede sanıldığı kadar sempati yaratmadığını ortaya koyuyor. Bu belgeler Türkiye’nin İran konusunda sadece Batı’da değil, “etkisinin giderek arttığı” söylenen Ortadoğu’da da yalnız kaldığını gözler önüne seriyor.
İşin içinde ilginç bir ironi de var. Başbakan Erdoğan -geçen hafta Lübnan’da yaptığı gibi- İsrail’i kastederek, “Allah’ın izniyle cezalandırılacak” derken, Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz, bu belgelere göre, “Allah bizi İran’ın günahlarından korusun” diyormuş. Kral bununla da yetinmeyerek, İran’ı kastederek, “yılanın başının kesilmesi gerektiğini” söylüyormuş.
Bu düşüncede olan sadece Suudi Kralı da değil. ABD’nin gizli yazışmalarına göre Körfez’deki Sünni Arap rejimlerinin hepsi Şii İran’ı artan bir tehdit olarak algılıyorlar.
Bu arada Katar Emiri Şeyh Hamad Bin Halife’ye göre, “İranlıların söyledikleri yüz kelimeden sadece birisine inanılması” gerekiyormuş.
Birleşik Arap Emirlikleri Genelkurmay Başkan Yardımcısı da olan Abu Dhabi Prensi Muhammed bin Zayid El Nahyan ise İran’ı “var oluş açısından bir tehdit” (existential threat) olarak tanımlıyormuş. Hamas ve Hizbullah gibi radikal İslami örgütleri de tehdit sayan Körfez ülkeleri, İran’ı bunları besleyerek kasıtlı olarak bölgedeki istikrarsızlığı arttırmakta da suçluyorlarmış.
İran’daki rejime antipati duyanlar, ABD ile yakın askeri işbirliği sürdüren Körfez ülkelerinden ibaret de değil. Bunlara Mısır ve Ürdün gibi Washington’a çok yakın duran Arap ülkeleri de dahil. Yine ABD’nin gizli belgelerinden öğrendiğimize göre, Mısır istihbarat örgütü başkanı General Ömer Süleyman, İran’ı “İhvan-ı Muslimin” gibi İslami partileri destekleyerek Mısır’ın içişlerine karışmaması konusunda uyarmış.
Söz konusu kriptolardan, Ürdünlü yetkililerin de İran’ı “Batı ile bölgedeki ılımlı yönetimlerin planlarını sinsice manipüle ederek ayrılık yaratmak suretiyle bu planları boşa çıkarmaya çalışan bir ahtapot” olarak tanımladıklarını öğreniyoruz.
Bu ifşaatlardan sonra en çok dikkat çeken hususlardan biri, İran’ın bu sözleri söyledikleri belirtilen kişilere ve ülkelere yüklenmekten ziyade, ABD’yi “yalan uydurmakla” suçlaması oldu. Ancak, yukarıda sözü edilenler de net yalanlamalarla ortaya çıkmış değiller. Örneğin Suudi Arabistan bu kriptoların sızdırılmasından sonra, “politikalarımız biliniyor” diyerek “yorum yok” açıklamasında bulunmakla yetindi.
Öte yandan gelen yalanlamaların da çok inandırıcı olduğunu düşünmüyoruz. Sonuçta hiçbir lider veya üst düzey yetkili, “evet ben o ters sözleri söyledim” diyemez. Kaldı ki, kriptolarda Arap liderlerine ve yetkililerine atfedilen sözleri aktaranlar ikinci dereceden elçilik memurları değil, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın en üst kademesinde yer alan insanlardır.
Bu kişilerin, eşyanın tabiatı gereğince gizli kalacağını varsaydıkları kriptoları yalan bilgilerle donatıp merkezlerini kasıtlı olarak yanlış yönlendirmiş olacaklarını düşünmek bize garip geliyor. Tabii bazıları ABD’nin, kendisini deşifre edip dünya nezdinde rezil olacağını bile bile, “gündem saptırmak için” yüz binlerce gizli yazışmasını “art niyetle” basına sızdırdığına inanıyorlar.
Biz buna da inanmakta güçlük çekenlerdeniz. Başlıca nedeni ise, söz konusu Arap liderlere ve yetkililere atfedilen görüşlerin bizim gazeteci olarak özel sohbetlerimizde Arap diplomatlardan duyduğumuz şeylerden çok farklı olmaması.
Ortaya çıkan bu gizli bilgilerin, hükümetin Ortadoğu politikasını nasıl etkileyeceğini göreceğiz. Ancak Türkiye’nin İran, Hamas ve Hizbullah konularında Batı’da olduğu kadar, Ortadoğu rejimleri nezdinde de yalnız kaldığı gerçeği ayyuka çıkmış durumda.
Hiçbir şey olmamış gibi bundan sonra her şeyin eskisi gibi devam etmesini beklemek pek gerçekçi görünmüyor.