Rusya’dan İngilizce yayın yapan “RT” haber kanalında pazar günü konuşan Libya Başbakanı Mahmut Cibril’e göre “Yeni Ortadoğu” 1520 yıldan önce doğamaz. “Dışarıdan” bu görülüyor tabii, ancak “içerden” birisinin bunu söylemesi yine de manidar.
Bu 1520 yıl zarfında bölgeye demokrasi gelir mi bilemiyoruz, ancak şu anda “neyin gelmekte olduğu” ortada. O da, daha şimdiden anti demokratik eğilimler sergileyen ve tüm referanslarını şeriattan alan “dışlayıcı” bir siyasal İslam. Bunu özellikle Mısır’da görüyoruz.
O ülkedeki parlamento seçimlerinden kendisini “ılımlı” diye göstermeye çalışan “Müslüman Kardeşlerin” Özgürlük ve Adalet Partisi en güçlü parti olarak çıktı. Aşırı dinci Selefilerin “El Nur” partisi ise oyların dörtte birini aldı. Özetle bu iki parti parlamentonun yüzde 75’ini ele geçirdiler.
Seçim ile gelen bir başarı olduğuna göre demokrasiye inanan hiç kimse buna itiraz edemez. Ancak, tarihi fırsatı değerlendirerek şu anda konumunu var gücüyle güçlendirmeye çalışan İslami kesimin ne denli demokratik olduğu da tartışmaya açık.
Parlamentoda yeni anayasa için yürütülen çalışmalarda İslamcıların sergiledikleri tutum, bir yandan nüfusun yüzde 12’sini temsil eden Kıptilerin bu çalışmalardan çekilmesine, diğer yandan laik kesimin derin endişe duymasına yol açmış bulunuyor.
Bu arada 23 Mayıs’ta ilk turu yapılacak olan cumhurbaşkanlık seçimleri için hem Kardeşler hem de Selefiler güçlü birer aday çıkarmış durumdalar. Özetle bu seçimlerden laik bir isim yerine “ılımlı” veya “aşırı” dinci bir cumhurbaşkanı çıkması olasılığı yüksek. Selefilerden çekinen Batı ise ilginç bir şekilde “ehveni şer” diye Kardeşler’e meyil ediyor.
Ancak, dediğimiz gibi, Kardeşler de Kıptilerle laikler arasında endişe yaratıyorlar. “Mübarek yanlısı” olmakla suçlansa da, Mısır’da hâlâ etkin olan El Ahram gazetesinin kıdemli yazarlarından Ayman El Amir bu endişeyi hissedenlerden biri. El Amir, 29 Mart tarihli “El Ahram Weekly Online”da korkularını şöyle özetlemiş:
“Sivil değil dini bir platform üzerinden seçildiler. Bu gücü siyasi düzenin her kademesine yayıp pekiştirmeye çalışacaklardır... Kurucu Meclis sayesinde Anayasa Mahkemesi’ne taşınamayacak bir anayasa hazırlayacaklar. Nihai amaçları Mısır’ı şeyhler ve fetvalarla yönetilen bir teokrasiye dönüştürmektir.”
Özetle, bölge genelinde siyasal İslam’a gün doğmuş bulunuyor. Başbakan Erdoğan’ın “dini nesiller istiyoruz” şeklindeki “direktifi” ışığında Türkiye’de yaşanan “kurumsal İslamlaşma” çabalarını da hesaba katarsak, bu kuşkusuz bizde birçok kişiyi memnun ediyordur.
Güzel de, bu çağda şeriata bakan siyasal İslam, bölgenin geri kalmış ülkelerinin karşı kaşıya oldukları “dünyevi sorunlara” çözümler üretebilecek mi? “Kurumsal İslamlaşma” çabalarına rağmen Türkiye bu açıdan Arap ülkelerinden çok farklı bir sınıfta duruyor.
Sonuçta Türkiye artık kentleşmiş ve sanayileşmiş ülkeler arasında sayılıyor. Dahası, Sünni’si, Alevi’si, Kürdü, Türkü, dincisi ve laiki ile “heterojen” bir toplumuz. Özetle Türkiye, kurumsal İslamlaşma çabalarına rağmen siyasi, ekonomik ve sosyal açılardan modern ve demokratik bir Batı ülkesi gibi yönetilmek zorunda.
Bazılarının hoşuna gitmese de, laiklik bu nedenle Türkiye için kaçınılmaz bir önkoşuldur. Gönlünde yatan aslan ne olursa olsun, Başbakan Erdoğan bile bu yüzden, kısa bir süre önce Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmada, “Demokrasiden, hukuktan, laiklikten ve sosyal devlet ilkesinden sapmış bir Türkiye’nin çıkışı yoktur” deme ihtiyacı duymuştur.
Türkiye şu anda “din” ile “modern toplum” arasındaki demokratik dengeyi arayan bir ülkedir. Bunu bulamazsa ciddi istikrarsızlığa sürüklenecektir. Gelişmelere bakılırsa, “aş ve iş” gibi dünyevi sorunlara ne tür modern çözümler getireceklerinden söz etmeyen Ortadoğu’nun dincileri, bu arayışın ne anlama geldiğini dahi henüz kavramışa benzemiyorlar.
Bu durumda “Yeni, modern ve demokratik Ortadoğu” değil 15-20, 50 yılda bile ortaya çıkamaz.