Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türkiye’nin İran konusunda diplomatik çözüm istediğini Brezilyalı meslektaşı Celso Amorim ile dün yaptığı görüşme sonrasında tekrarladı. Bu çerçevede bazı gelişmelerin söz konusu olacağı anlaşılıyor. İran’ın bugün Uluslararası Atom Enerji Ajansı’na (UAEA) göndereceği mektubun önemli olduğu söyleniyor.
Ancak İran konusunda Ankara’nın istediği yoldan gidilmesinin önünde yine de önemli engeller var. Bunlara bugün AB tarafından açıklanması beklenen İran yaptırımlar paketi eklenecek. İngiliz Daily Telgraph gazetesine göre, bu gelişme Türkiye ile AB ve NATO’nun arasına yeni bir “kara kedi” sokabilirmiş.
AB’nin, BM Güvenlik Konseyi’nce öngörülenlerden daha sert maddeler içeren yaptırım paketiyle molla rejimini “acıtmayı” hedeflediği bildiriliyor. Batılı diplomatlar da “İran yönetimi bu yaptırımlar karşısında şaşkına dönecek” türünden iddialı demeçler veriyorlar.
En büyük hedefin İran’ın enerji sektörüne darbe indirmek olduğu belirtiliyor. İran’ın enerji sektörüne yatırım yapmak, ayrıca Tahran’a petrol ile gaz üretiminde doğrudan veya dolaylı olarak kullanılabilecek ekipman sağlamak yasaklanacak.
Aynı zamanda 40 kadar İran şirketinin Batı’daki varlıkları dondurulacak ve şirket yetkililerinin Avrupa’ya seyahatleri sınırlanacak. İran’dan ve İran’a yapılan para transferleri de sıkı denetimlerden geçecek.
İran’da önemli yatırımları olan Almanya, Fransa ve Hollanda gibi AB üyelerinin bu paketi destekliyor olmaları ise ayrıca ilginç. Rusya’nın ise, Güvenlik Konseyi’nce öngörülen yaptırımların ilerisine gitmelerinden dolayı ABD ve AB’ye kızgın olduğu biliniyor. Moskova’nın yaratılan emsalden rahatsız olduğu söyleniyor.
Ancak, bunun İran’ın işine yarayacağı sanılmıyor. Sonuçta, Moskova, yaptırımlar konusunda Batı ile birlikte hareket ediyor. Rusya’nın tanınmış savunma analistlerinden Pavel Felgenhauer da zaten, BBC’nin internet sayfasında cumartesi günü çıkan yazısında, Moskova’nın Tahran’a S-300 füzeleri vermeyi reddetmesinden sonra iki ülke ilişkilerinin gerildiğini belirtiyordu.
İlginç bir diğer gelişme de Suudi Arabistan’ın, İran’a S-300’leri vermemesi koşuluyla, Rusya’dan 2 milyar dolar tutarında silah ve askeri malzeme alacağına dair haberlerdi. Sonuçta görünen o ki İran’a bir tür yaptırım konusunda adeta “ekümenik” bir uluslararası konsensüs var.
Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu da İran politikamızla ilk etapta Türkiye’nin çıkarlarının kollandığını belirtiyorlar. Bu da kuşkusuz doğru, ancak gelinen nokta ne denli başarılı olduğumuzu sorgulamamızı gerektiriyor. Sonuçta, İran meselesi hem dış politikamızı, hem de Batı’da Türkiye’ye duyulan güveni sarstı.
Görüntüye baktığımızda, İran konusunda şu aşamada iki paralel süreç yürüyor. Biri yaptırımlar konusu ve Batı bu konudaki kararlılığını açıkça sergiliyor. İkinci süreç ise İran ile diplomatik görüşmelerde tıkanmış olan yolu açma çabasıdır.
Bu sürecin nihai amacı ise Tahran’daki rejimi nükleer silahlar konusunda belli bir noktaya getirmektir. Başlaması halinde bu sürecin AB’nin “Dışişleri Bakanı” Catherine Ashton aracılığı ile yürütüleceği de bir zamandır biliniyor. Bu görüşmeler Viyana’da değil de Türkiye’de yapılabilirse, bu imajımız açısından elbette ki iyi olacaktır.
Ancak, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov daha birkaç gün önce Türkiye ve Brezilya’nın o masada olmayacaklarını açıkladı. Bu durum değişir mi göreceğiz. Fakat, aktif konuma geçse bile Türkiye’nin, “ev sahipliği” dışında, buradaki esas rolü İran’ı belli bir yola girmesi konusunda ikna etmek olacaktır. Türkiye’nin İran’dan Batı’ya “koşul” taşımasının kabul görme şansı ise az görünüyor.
Sonuçta, öyle anlaşılıyor ki Türkiye, “arabuluculuk” adına iddialı bazı büyük çıkışlarına rağmen, bölgede her zaman oynadığı role, yani “kolaylaştırıcı” (facilitator) rolüne dönüyor.