Hafta içinde iki gelişme Ortadoğu siyasetinin Türk kamuoyunca fazla bilinmeyen bazı özelliklerini ortaya çıkardı. Bu gelişmeler ayrıca, Ortadoğu’ya dönük “proaktif diplomasi” yürüten Ankara’nın, bazı konularda ne denli hassas davranması gerektiğini gösterdi.
Bu gelişmelerden ilki, Mısır ile Gazze arasında kapalı olan Refah sınır geçidinde yaşanan olaylardı. İkincisi ise, Ankara’ya gelen Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın bu konudaki görüşleriydi.
Her iki gelişme ezber bozacak nitelikteydi. Zira Türkiye’de, “dinci” denen kesimlerdeki varsayım, “Müslüman kardeşliği her kapıyı açar” şeklindedir. Milliyetçi kesimdeki varsayım ise “Arap dayanışması” üzerine kuruludur.
Oysa Refah sınır kapısında olanlar, Arap ülkelerinin “din kardeşliği” veya “Arap dayanışması” adına egemenlik haklarından vazgeçmeye hazır olmadıklarını gösterdi.
Mahmud Abbas’ın, bizim de dahil olduğumuz bir grup gazeteciye orada olanlar hakkında önceki gün söylediği şuydu.
Mısır, yardım konvoyuna “Gazze’ye geçemezsin” demedi. Daha önce çok konvoy Mısır üzerinden bölgeye girdi. Ancak Mısır, “Benim dediğim şekilde ve yoldan geçeceksin” diyor. Yani kontrolü elinde tutmak istiyor. Olaylar ise konvoyun başındakilerin, “Hayır, biz buradan istediğimiz şekilde geçeceğiz” diye dayatması üzerine çıkmış.
İşin bir diğer boyutu da var. Bu sınırda daha önce geçişler için yürürlükte olan ve ilgili taraflarca üzerinde mutabık kalınmış bir düzen vardı. Bunu denetleyen de AB’ydi.
Bu düzen Hamas’ın sınır kapısındaki idareyi zorla ve tek taraflı olarak ele geçirmesiyle bozulmuş.
Refah sınır kapısının statüsü şu anda, eskilerin ifadesiyle, “muallakta” olduğu için, Mısır’ın egemen bir ülke olarak bu konuda hassas davranıp kontrolü elinde tutmaya çalışması normaldir. Türkiye de aynısını yapardı.
Birinci Körfez Savaşı sonrasında yüz binlerce Kürt Saddam’dan kaçıp sınırımıza dayandığında olanları hatırlayalım. Ankara için de ilk etapta egemenlik konusu ağır basmış ve sefil durumlarına rağmen Kürt mültecilerin kontrolsüz bir şekilde Türkiye’ye girmelerine izin verilmemişti.
Kahire yönetimi, meseleyi istismar edip işin propaganda boyutundan yararlanmak isteyenlerin olduğunu görerek, ayrıca Türk hükümetinden gelen ricaları da kırmayarak, Refah’ta sonunda esneklik sağladı. Ancak bu durum Ankara-Kahire hattında ağızlarda gene de nahoş bir tat bıraktı.
Başlıca nedeni ise Türkiye çapında Mısır ve Cumhurbaşkanı Mübarek lanetlenirken, Ankara’nın bu konuda sessiz kalması. İkinci nedeni ise tartışmalı konvoyda, başta TBMM Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Murat Mercan olmak üzere, bir grup AKP milletvekilinin de bulunmasıydı.
Arap diplomatik kaynaklar, Mısır aleyhine sert açıklamalarda bulunan bu milletvekillerinin Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun bilgileri dışında bu konvoya katılmalarının mümkün olamayacağını belirtiyorlar. Bunun da “Türkiye’nin amaçları konusunda kafa karıştırdığını” söylüyorlar.
Bu gelişmelerden ortaya çıkan görüntüyü şöyle özetleyebiliriz. Bir yanda Mısır-Abbas ekseni, diğer yandaysa Hamas ve yandaşlarının oluşturduğu eksen var. Her iki taraf arasında kan akıtılmasına kadar varan bir husumet var.
AKP iktidarı, bir yandan Cumhurbaşkanı Mübarek ve Filistin Devlet Başkanı Abbas’ı Ankara’da ağırlarken, diğer yandan Hamas sempatizanlığını da gizlemiyor. Hatta bunu açıkça yansıtıyor.
Fakat bu durumda Mısır-Abbas ekseniyle, yani Ortadoğu’daki ana eksenle, uyumsuzluğa düşüyor. Refah sınır kapısındaki gibi olaylar çıktığında ve Filistinlilerin dünyaca tanınan idareleri de, Abbas’ın yaptığı gibi, suçu Hamas’a attıklarında uyuşmazlık daha belirginleşiyor.
Her zaman savunduğumuz bir hususu tekrarlayacağız. Ortadoğu, kolay formüllerin ve yüzeysel varsayımların geçerli olduğu bir yer değil. Zemin hem kaygan hem değil. Bazı şeyler değişiyor gibi görünürken, bazı şeyler hiç değişmiyor. Değişmeyen şeylerden biri de, Türkiye’nin bölgedeki mevcut kurulu düzenle çalışmak zorunda olduğu gerçeğidir.