Bugün Mavi Marmara meselesine tekrar değineceğiz, zira bu konuda günübirlik gelişmeler yaşadık bu hafta. Her şeyden önce, BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un, kurduğu “Palmer Paneli”nin İsrailli askerleri de sorgulayacağını çağrıştıran ifadelerinden sonra açıklama yapan BM Sözcüsü Martin Nesirky, bunun böyle olmadığını ortaya koydu.
Nesirky, Genel Sekreterin pazartesi günkü sözlerinden sonra yaptığı açıklamada, bir hafta önceki sözlerini tekrarlayarak, Palmer Paneli’nin “kriminal sorumluluk saptamaya çalışan bir panel olmadığını” yineledi. Nesirky, panelin görevinin, İsrail ile Türkiye’nin verecekleri bilgiler ışığında, bunun gibi olayların bir daha yaşanmaması için nelerin yapılması gerektiğini rapor etmek olduğunu da tekrarladı.
Kısacası, bu panelden Ankara’nın istediği gibi İsrail’i suçlayacak bir sonucun çıkması hâlâ zor görünüyor. Olayın sorumluluğu tespit edilecekse bile, bu çok büyük bir olasılıkla taraflar arasında paylaştırılacak. Bu da bizi İsrail Başbakanı Netanyahu’nun İsrail’de Mavi Marmara olayını soruşturmak için tek taraflı olarak kurulan “Turkel Komisyonu”na söylediklerine getiriyor.
Netanyahu’nun burada hesaplı olarak dile getirdiği bir hususun Palmer Paneli’nin hazırlayacağı rapora yansıması kesin görünüyor. İsrail’in BM’deki eski büyükelçilerinden olan Netanyahu’nun da zaten bunu gözeterek hesaplı konuştuğu ortada. Zaten Turkel Komisyonu’na konuşmadan önce, üstelik komisyon soruşturmaları konusunda uzman bir avukatın denetiminde, vereceği yanıtların canlı provasını bile yapmış.
Mavi Marmara gemisinin önlenmesi için Türk hükümetiyle mayıs ayı boyunca ısrarlı temaslar kurduklarını, hatta Mısır’ı bile devreye soktuklarını söyleyen Netanyahu’nun, “Öyle anlaşılıyor ki, Türk hükümeti Türk aktivistleri ile İsrail arasında çıkacak olası bir sürtüşmeyi çıkarlarına ters görmedi” şeklindeki sözleri bu açıdan dikkat çekiyor.
Netanyahu’nun bu sözleri karşısında akla gelen soruların başında, bu temasların ne zaman ve kimlerle yapıldığı, Mısır’ın da girişimi gerçekten varsa buna ne olduğu ve nihayet, ısrarlı uyarılar karşısında Türkiye’nin bu konuda niçin duyarsız kaldığı gibi sorular gelecektir.
İsrail’in bir ay boyunca gönderdiği uyarılara rağmen Ankara’nın Mavi Marmara’yı durdurmaya çalışmadığı şayet doğruysa, bunun Palmer Paneli tarafından da not edileceğini tahmin etmek güç değil.
Bugün Mavi Marmara olayı, İsrail için tam bir uluslararası halkla ilişkiler faciasına dönüşmüştür. İsrail’deki iç siyaset de bu nedenle karıştı. Başbakan sorumluluğu Savunma Bakanı’na, o da Genelkurmay Başkanı’na atarken muhalefet kıyamet koparıyor.
Ancak, Ankara’nın gelen tüm uyarılara duyarsız kaldığı ortaya çıkarsa, Türkiye’de de benzeri bir siyasi kavganın patlak vermesi olasılığı göz ardı edilemez. Bu durumda muhalefetin, “insanlarımız göz göre göre ölüme gönderilmiş” temasını işleyeceğini tahmin etmek güç değil.
Mavi Marmara baskınından dolayı İsrail’in dünyaya rezil olması, AKP iktidarı açısından yeterli değil tabii. Kuşkusuz kendi tabanını da gözeten Hükümet, İsrail’den ısrarla özür ve tazminat istiyor. Ancak ne Palmer Paneli, ne Turkel Komisyonu, ne de BM İnsan Hakları Konseyi tarafından kurulan soruşturma paneli bunu sağlama yetkisine sahip değil.
Mahkeme deseniz, Türkiye başka nedenlerden dolayı güvenmediği Uluslararası Adalet Divanı’na gitmekten her zaman çekindi. Uluslararası Suç Mahkemesi deseniz, buna da gidemez, çünkü bu mahkemenin yetkisini tanımıyor. O zaman geriye ne kalıyor?
Daha önce de belirttiğimiz ve Sami Kohen’in de dünkü yazısında altını çizdiği gibi, kala kala Türkiye ile İsrail arasında bir siyasi çözüm seçeneği kalıyor. BM Genel Sekreteri Ban ki Moon da zaten, esas itibariyle bunu amaçladığını gösteren sözler sarf edip duruyor.
* * *
Tatile çıkacağım için bir hafta sonra görüşmek üzere...