Son gelişmeler ışığında her zaman Türkiye için sorulan bir soruyu bu kez “ne olacak bu AB’nin hali” şeklinde sormak durumdayız. Avrupa’daki gelişmeler AB açısından gerçekten de iyi bir görüntü vermiyor. Sadece Yunanistan’daki ekonomik krizden de söz etmiyoruz. Zira AB’de çok daha derin yapısal sorunların olduğu artık görülüyor.
AB’nin ortak dış ve savunma politikasını bir türlü oturtamadığını Yugoslavya krizinden son Irak savaşına kadar birçok olayda gördük. Avrupa bu konularda inisiyatifi hep Washington’a kaptırdı. Temel nedeni ise “birlik” anlayışının hâlâ “ulusal çıkar” kavramından kurtulamamış olmasıdır. Özetle, küresel sorunlar karşısında AB üyeleri hâlâ “birlik” ruhuyla değil, “ulusal çıkar” ruhuyla hareket ediyorlar.
Temeldeki sorun da zaten burada. Örneğin küresel finansal kriz patlak verdiğinde bir Fransa “birlik” anlayışını terk ederek kendi ekonomisini kurtarmak için milyarlarca Avroluk ulusal teşvik paketleri çıkardı. Bunun bir amacı, otomotiv sektörünün diğer AB üyelerinde değil de Fransa’da yatırım yapmalarını sağlamaktı. Oysa bu “tek pazar” ilkesine ve dolayısıyla da “birlik” ruhuna aykırıydı.
Diğer AB üyelerine yayılma tehlikesi olan Yunanistan’daki ekonomik kriz patlak verdiğinde, bu kez AB’nin eksiklikleri daha da belirginleşti. AB’nin bu tür bir krize hazırlıklı olmadığı ve Atina’nın sahte istatistiklerle Brüksel’i kandırmasını önleyecek mekanizmaların oluşturulamadığı anlaşıldı. Bu yüzden de Avro’nun geleceği şimdi ciddi ciddi tartışılıyor.
Öte yandan, İzlanda’daki volkandan çıkan bulutlar bile AB’nin kritik konularda bir birlik olmaktan ne denli uzak olduğunu kanıtladı. AB sathında hava sahası yönetimi açısından gereken eşgüdüm oluşturulamadığı için, üye ülkeler farklı farklı tedbirler aldılar. Volkanın yarattığı kaosun da bu nedenle bir misli arttığı söyleniyor şimdi. Bu yüzden uçak şirketleri ve yolcu haklarını koruyan kuruluşlar şimdi milyarlarca Avro’luk tazminat davaları açıyorlar.
Peki, ortak dış ve savunma politikası henüz oluşturulamadıysa, ortak ekonomik kontrol mekanizmalarının yokluğu ortaya çıktıysa ve -volkan hadisesinde görüldüğü gibi- “ortak afet yönetimi” anlayışı geliştirilemediyse o zaman “AB deyince geriye ne kalıyor?” sorusu geliyor akla?
Türkiye açısından bu sorunun cevabı bizce gayet basit. “AB perspektifi” sayesinde sistemimizi çağdaşlaştırıp standartlarımızı yükseltiyoruz. Bu da iyidir. Ancak Türkiye bunları kendisi yapabilirse, “AB üyeliği” kavramının öneminin de o ölçüde azalacağını tahmin etmek güç değil.
Öte yandan bazıları şimdi şunu söylüyorlar: Yunanistan’daki kriz Türkiye’nin AB üyeliğini iyice zora sokacaktır zira bu krizleri bir daha yaşamak istemeyen Avrupa, genişlemeyi arka plana itip şimdi bu konularda alınacak tedbirlere öncelik verecektir. Bu da doğrudur.
Ancak AB’deki bu süreç uzun vadede Türkiye’ye yarayacaktır. Çünkü yaşanan bu ciddi krizden sonra AB’de ağırlık “siyasi birlik” anlayışından, “doğru dürüst işleyen ekonomik birlik” kavramına geçecektir. Türkiye’nin Avrupa için önemi de bu açıdan daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır. Zira Türkiye ekonomisinin, daha üye olmadan, birçok AB üyesinden daha sağlam temellere oturduğu artık görülmüştür.
Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, AB’nin geleceğini toz pembe görüp bunu bir “kültürel birlik” haline dönüştürmeye çalışan Avrupalıların argümanları, beraberinde ciddi ayrışmaları da getiren bu son kriz nedeniyle önemli ölçüde enerji kaybına uğrayacaktır. Buna karşın ekonomik açıdan “işlevsel birlik” anlayışı yükselişe geçecektir. Türkiye’nin de bu tartışmalarda, olumlu anlamda daha fazla dikkat çekmeye başlayacağı aşikâr.
Ancak bunun için Türkiye’nin de ciddi siyasi hatalar yapmadan, makro ekonomik göstergeler açısından mevcut olumlu seyrini sürdürmesi gerekecektir.