Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İran Dışişleri Bakanı Manucehr Muttaki’nin işine Cumhurbaşkanı Ahmedinejad tarafından beklenmedik bir şekilde niçin son verildiği hala netleşmiş değil. Ahmedinejad’ın Muttaki’den uzun zamandır haz etmediği belirtiliyor. Ancak bunun nedenleri hakkında çok şey bilinmiyor.
Gerçek ne olursa olsun, Muttaki’nin Senegal’e yapmakta olduğu resmi bir ziyaret sırasında işten alınması doğal bir duruma işaret etmiyor. Kendisinin de zaten bundan dolayı kızgın ve küskün olduğu söyleniyor. Yeni dışişleri bakanı Ali Akbar Salihi ile devir-teslim törenine katılmayı reddetmesi de buna bağlanıyor.
Dikkatler şimdi Salihi’ye dönmüş bulunuyor. Ocak sonunda “P5+1” diye bilinen - ve Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri artı Almanya’dan oluşan - grup ile İran arasındaki nükleer görüşmelerin İstanbul’da yapılacak olması, yeni dışişleri bakanının kimliğini Ankara açısından da önemli kılıyor.
ABD’deki ünlü “Massachusetts Institute of Technology”den mezun olan Salihi aslında Türkiye tarafından tümüyle bilinmeyen biri değil. Geçmişte İslam Konferansı Örgütü’nün (İKÖ) Genel Sekreter yardımcılığını yapmış olan Salihi, Temmuz 2009’dan bu yana da İran’ın atom enerjisi programının başındaki ismiydi. İran’ın nükleer programı konusunda uygulayacağı siyaset hakkında şu anda çok şey bilinmemesine karşın, Salihi’nin dışişlerindeki devir teslim töreni sonrasında söyledikleri tüm bölgede ilgi çekmiş bulunuyor.
İran’ın Mehr haber ajansı tarafından duyurulduğuna göre Salihi, önceliğinin İslam dünyası ile ilişkileri geliştirmek olacağını belirtmiş. Ardından, “Suudi Arabistan ile Türkiye’nin bu açıdan özel konumları var” demiş. “Ortak değerlere sahip olduklarını” vurguladığı Türkiye’den söz ederken, “AB üyesi olması halinde bu Birliğin en büyük komşusunun İran olacağını” söylemesi ilgi çekici tabii. Ancak Salihi’nin Türkiye hakkında söyledikleri mevcut konjonktürde ikinci derecede öneme sahip.
Nedeni de malum. Türkiye’de AKP iktidarda bulunduğu sürece İran ile ilişkilerde “düzeltilmesi gereken” çok fazla bir şey yok. Fakat Suudi Arabistan ile durum tümüyle farklı. Nitekim Salihi açıklamasında “Suudi Arabistan İran ile özel ilişkileri hakkediyor. İslam aleminin iki etkin üyesi olarak İran ve Suudi Arabistan bir çok sorunu birlikte halledebilirler” demiş.
Bu sözlerin dikkat çekmesinin nedeni de malum. Wikileaks tarafından sızdırılan ABD kriptoları, Tahran’ı kendi bölgesinde zorda bırakacak bir temel gerçeği açığa vurmuştu.
Bu kriptolara göre İran’dan “başı ezilmesi gereken yılan” diye bahseden Suudi Kralı, Washington’u bu ülkeye saldırı düzenlemesi için teşvik bile etmiş. Böylece İran’ın sadece Batı nezdinde değil, kendi bölgesinde de - radikal ülkeler ve unsurlar bir yana bırakılırsa - yalnız kaldığı görülmüş oldu. Tahran’ın hoşnutsuzluğunu daha da arttıran faktör ise, diğer Körfez ülkeleriyle Mısır ve Ürdün’ün de - farklı derecelerde olsa bile - İran hakkında özde Suudi Arabistan gibi düşündüklerinin ortaya çıkmasıydı.
Bu işin arka planındaysa, ABD’nin Suudi Arabistan ile 60 milyar dolarlık silah anlaşması imzalaması, Körfez bölgesine askeri açıdan yerleşmesi ve Mısır ile Ürdün yönetimleriyle yakın askeri ilişkiler geliştirmesi gibi önemli gerçekler de yatıyor.
Tahran’ın bunları göz ardı etmesi mümkün değil. Bu nedenle Salihi’nin Suudi Arabistan ile ilişkileri geliştirme arzusu, İran’ın nükleer programıyla bölge ülkelerini de endişelendirdiğini anladığına işaret ediyor olabilir.
Bu çerçevede göz ardı edilemeyecek diğer temel husus ise, “Şii” İran’ın nükleer silahlara sahip olması durumunda, “Suni” Suudi Arabistan’ın da benzeri silahların peşine düşeceği ve bunları da ABD’nin yardımıyla kolay elde edebileceğinin bilinmesidir. Muttaki’nin apar topar işten atılması, bu gerçekleri görememesi veya görmesine rağmen yönetimine gerektiği şekilde yansıtmaması olabilir. Şu anda bunu bilmiyoruz, ancak Tahran’daki bu önemli nöbet değişiminin basit nedenlere dayanmadığı aşikar.