Libya’da Kaddafi döneminin beklenen fakat zaman alan sonu geldi çattı. Ancak ihtiyatı elden bırakıp o ülkede “mutlu son”a erişildiğini söylemek için de henüz erken. Zira bu noktadan sonra Libya’yı oluşturan güçler arasında bir iktidar mücadelesinin başlayıp başlamayacağı daha kesin değil.
Dün Bingazi’yi ziyaret eden Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, Libyalılara, intikam zamanı olmadığı öğüdünde bulunup, ülkenin birliğini korumalarını telkin etmesini de bu çerçevede görmek gerekiyor. Bu arada uluslararası camiada Libya konusunda büyük bir diplomatik hareketlilik yaşanıyor ki Türkiye de buna dahil.
Bu çerçevede Batı, Libya’da yeni iç karışıklıklara izin verilmeden demokrasiye en kısa zamanda geçilmesi için ağırlığını kullanacaktır. Türkiye’nin de bu sürece dahil olacağını Davutoğlu’nun açıklamalarından görüyoruz. Batı’nın itibarının, en azından Bingazi’deki geçici yönetim nezdinde, şu anda yüksek olduğu açık.
Kaddafi’ye karşı başından beri somut bir pozisyon takınarak NATO’nun müdahalesine yol açan dinamikleri harekete geçiren Fransa’nın bu açıdan özel bir konumda olduğu ise kesin. Türkiye dahil çeşitli ülkeler, çıkarlarına hizmet etmek amacıyla, Libya üzerindeki etkilerini arttırmaya çalışırlarken, Ankara ile Paris’in bu açıdan rekabet içinde olacaklarını gösteren işaretler de zaten şimdiden geliyor.
Davutoğlu’nun Kaddafi’nin düşmesi üzerine adeta apar topar Bingazi’ye gidip oradaki geçici yönetime Türkiye’nin her türlü desteğini sunmasını da, bir yerde, bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Sonuçta Türkiye’nin de Libya’da milyarlarca dolarlık çıkarları olduğunu ve meydanı boş bırakamayacağını görmek gerekiyor.
Öte yandan Batılı petrol şirketleri de elbette ki Kaddafi sonrası Libya’da kendi konumlarını güçlendirmek için şimdiden aralarında büyük bir rekabete girmiş görünüyorlar. Libya’da ortaya çıkacak yeni yönetimin önünde bu açıdan çok sayıda “işbirliği” olanağı olacak.
Libya’nın petrol zenginliğinin ülkeye bir faydası olması için bu işbirliği, bazılarına “yeni sömürgeciliği” çağrıştırsa bile, kaçınılmazdır. Bütün mesele bu yoldan elde edilen paraların bir sınıfın eline geçmesini engelleyerek tüm ülkeye adil bir şekilde yayılmasıdır.
Dünyanın en kaliteli petrol rezervleri üzerinde oturmasına rağmen Kaddafi’nin yapamadığı buydu. Gasp ettiği iktidarda kaldığı 42 yıl zarfında ülkesini “Kuzey Afrika’nın Norveç’i” yapabilecekken, bunu yapmaması sonunda kendisinin ve iktidarının sonunu getirdi.
Bu arada Tunus ve Libya’da yaşananlardan sonra bu ülkelerden mülteci akınına uğrayan AB de işin içinde güçlü bir şekilde olmak isteyecektir. Tunus ve Libya’da işlevsel demokratik düzenler oluşturularak göreli istikrarın sağlanması Avrupa’nın da işine geliyor. Kuzey Afrika halkları da zaten, geleneksel olarak, hemen yanı başlarında olan Avrupa’ya bakmışlardır.
Öte yandan, “Libya’da kim kaybetti” diye sorulacak olursa, bu ilk aşamada Rusya ve Çin gibi görünüyor. NATO müdahalesine karşı duruşlarıyla Libyalı muhalifler nezdinde kendilerini belli ölçüde yabancılaştıran bu iki ülkenin, Libya’da tekrar zemin kazanabilmeleri için diplomatik çaba sarf etmeleri gerekecektir.
Burada işaret edilmesi gereken bir husus daha var. Libya’da Kaddafi döneminin sona ermesinde önemli rol oynayan NATO, özellikle Afganistan’da içine düştüğü açmaz düşünüldüğünde, itibarını yeniden arttırmıştır. Bosnalılarla, Kosovalılardan sonra NATO’ya dost gözüyle bakan Müslüman halklara artık Libyalıların önemli bir kesimi da dahildir.
Sonuç olarak Libya’da yaşananlar “Arap Baharı”na yeniden enerji katacaktır. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun söylediği gibi, bu yaşananlardan bazıları ders çıkarmak durumundalar. Burada kastedilen kuşkusuz Suriye’dir. Beşar el Esad’ın Kaddafi’nin de sonunda devrilmesinden hangi dersleri çıkaracağını, Suriye’deki rejim karşıtlarının ise bu durumdan nasıl ilham alacaklarını önümüzdeki dönemde göreceğiz.
Ancak baştaki uyarıyı tekrar hatırlamakta yarar var. Libya’da mutlu sona henüz erişilmiş değil.