CHP’nin daha önceki eksikliklerinden biri, Avrupalı politikacılarla ve özellikle sosyal demokratlarla sıcak ilişkiler kuramamasıydı. Oysa bu ilişkiler Türkiye için sadece AB projesi açısından önemli değil. Günümüzün karmaşık ve tehlikeli dünyasında uluslararası anlayış ile dayanışmanın geliştirilmesi açısından da önemli.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu açıdan daha farklı ve “proaktif” bir politika izlediğini görüyoruz. CHP’nin başına geçmesinden kısa bir süre sonra Avrupalı meslektaşları ile yeni köprüler kurmaya başladı. Bu arada partisinin AB projesine verdiği önemi vurgulamayı ihmal etmedi.
AB ile ilişkilerde yüz yüze temasın önemini de kavrayan Kılıçdaroğlu, eylül ayında Brüksel’e başarılı bir ziyarette bulundu. Oradayken Avrupa Parlamentosu’nda ve AB Komisyonu’nda kapsamlı temasları oldu. Kılıçdaroğlu muhataplarına, CHP’nin aleyhinde AB uyum projelerine karşıymış gibi bir imaj yaratıldığını, oysa bunun doğru olmadığını anlattı.
Partisindeki değişim sürecini merakla izleyen Avrupalı muhatapları da kendisine kulak verdiler ve söylediklerini not ettiler. Özetle Kılıçdaroğlu Brüksel gezisi sırasında, Avrupa’da kendisinden yana esen olumlu havadan da yararlanarak, CHP’nin uzun süredir kuramadığı sıcak ilişkilerin temellerini attı.
Şimdi de, Paris’te yapılan Sosyalist Enternasyonal çerçevesinde, bu ilişkileri daha da geliştirerek derinleştirdiğini görüyoruz. Görüşme trafiği ise Başbakan veya Dışişleri Bakanı’nın uluslararası toplantılardaki trafiği ile rekabet edebilecek düzeyde.
Kılıçdaroğlu’nun Paris’te, Irak Cumhurbaşkanı Talabani ile yaptığı ve Türkiye’de yankı yaratan görüşmesi dışındaki temaslarının bazıları şöyle:
Sosyalist Enternasyonal Başkanı ve Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu, Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Martin Schulz, Alman Sosyal Demokrat Parti Başkanı Sigmar Gabriel, Fransa Sosyalist Partisi Başkanı Martin Aubry, Fransa’da iktidarda bulunan UMP Partisi Başkanı Jean-François Cope.
Türk-AB ilişkilerinin türbülanslı bir dönemden geçtiği aşikâr. Buna rağmen Avrupa’da Türkiye’den yana yükselen etkin sesler var. Bu seslerin artmasını sağlayacak başlıca faktör ise, Türkiye hakkında var olan önyargıların yıkılması ve ülke gerçeklerinin tatlı ve çirkin yüzleriyle doğru perspektife oturtulmasıdır. Kılıçdaroğlu’nun Paris’teki temaslarının bu açıdan önemi yadsınamaz.
Bu arada Irak Cumhurbaşkanı Talabani ile yaptığı görüşmeye dönecek olursak, bu CHP’nin yeni dönemde Türkiye’nin doğusundaki komşularıyla da ilişkilerini geliştirme arzusunu sergiliyor. Kılıçdaroğlu Talabani’nin davetine icabet eder ve Kuzey Irak’ı ziyaret ederse, bunun Türkiye ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında gelişen -ve Türkiye’nin Kürt sorununa çözüm arayışlarına da olumlu yansıyan- ilişkilerin ilerletilmesine de katkıda bulunacağı kesin.
Ancak, önemli olmakla birlikte, Kılıçdaroğlu’nun bu temasları tek başına yeterli değil. CHP’nin, Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu önemli dış politika sorunları hakkında, sosyal demokrat bakış açısıyla uyumlu olan çağdaş ve yol gösterici politikalar da üretmesi gerekiyor.
Bu arada önemli konulara klasik kalıplardan bakmanın yetersiz kaldığı da artık görülmeli. Devlet Bakanı Cemil Çiçek’in, KKTC’nin 27’nci kuruluş yıldönümü için gittiği Lefkoşa’da bir grup kızgın Kıbrıslı Türk sendikacı tarafından “ülkemiz satılık değil” pankartlarıyla karşılanması bile dünyanın nasıl değiştiğini gösteriyor.
Kıbrıs veya Ermenistan ile ilişkiler gibi hassas konular söz konusu olduğunda CHP’nin eski dönemde hemen kolay yoldan sarıldığı hamaset dolu söylem artık geçerli olamaz. Bunun yerine gerçekçi çözüm formülleriyle ortaya çıkması gerekiyor. Bu Kürt sorunu veya türban sorunu gibi iç meseleler için olduğu kadar, dış politika açısından da geçerlidir.
Bu arada Kılıçdaroğlu’nun, dışarıda kurduğu köprüler sayesinde, dünya gerçeklerini daha iyi anlayacağı ve bunun da CHP’nin yeni dönemdeki politikalarını oluşturması açısından yararlı olacağı aşikâr.