Alman kaynaklarından öğrendiğimiz kadarıyla Başbakan Angela Merkel, Kıbrıs çıkışı (daha doğrusu “gafı”) için Başbakan Erdoğan’ın istediği şekilde Türkiye’den özür dilemeyecekmiş. Buna karşın meseleyi tırmandırma niyetinde de değilmiş.
Tabii işin Almanya açısından bir başka boyutu da var. Ankara’daki AB üyesi ülkelerin diplomatlarına göre, birçok AB üyesi de Merkel’in - yanlı bir şekilde - Kıbrıs’taki çözümsüzlükten Türk tarafını suçlamasına fazla anlam verememiş.
Bu da doğal zira resmi kayıtlar Merkel’i doğrulamıyor. Annan Planı sürecinin kilit isimlerinden olan AB’nin o sıradaki genişlemeden sorumlu yetkilisi Günther Verheugen’in, 2004’de yapılan Kıbrıs referandumları sonrasında söyledikleri kayıtlarda duruyor.
Alman siyasetinin tanınmış simalarından olan Verheugen, sarf ettiği tüm çabalara rağmen Rumların Annan Planını reddetmesi karşısında şoke olmuş, Avrupa Parlamentosuna verdiği brifingde Rum liderinin kendisini kandırdığını söylemişti.
Verheugen bir süre sonra bir başka açıklamasında da ağır ifadeler kullanarak, AB’yi Annan Planını kabul eden Kıbrıs Türklere verdiği sözleri tutmamakla suçlamıştı. Merkel’in bunlardan habersiz olması imkansız tabii.
Alman tarafı şimdi, Erdoğan’ın Merkel’in sözlerine verdiği sert tepkiye rağmen konunun sessizce unutulmasını bekliyor. Erdoğan’ın yakında Almanya’ya yapacağı söylenen ziyarete kadar ateşin düşeceğini ve ilişkilerin tekrar normal seyrine döneceğini hesaplıyor.
Ancak, AB’nin en önemli ülkesinin başbakanı, gerçekler aleni bir şekilde ortadayken, Türkiye’yi Kıbrıs konusunda haksız olarak suçluyorsa, bu öyle bir yana atılıp unutulacak bir şey olamaz. Sonuçta Merkel baklayı ağzından kaçırmış oldu. Bu sayede Avrupa’nın Kıbrıs meselesine tarafsız bir gözle bakmasının mümkün olmadığı tekrar görüldü.
Öte yandan, “nüfusu bir milyon bile olmayan Rum yönetimi koskoca AB’yi rehine tutuyor” argümanı da geçersiz bizce. Merkel’in sözleri, AB’de Türkiye’nin önünü tıkayan Rumların gücü nereden aldıklarını da gösteriyor.
Aktif diplomasi gerekiyor
Almanya ile gerginliği tırmandıralım demiyoruz tabii ki. İki ülke ilişkilerinde var olan düzenin bir çok nesnel nedenden dolayı sürmesi gerekiyor. Bunu ne Merkel, ne de Erdoğan inkar edecek durumdalar.
Buna karşın, AKP iktidarının başka ülkelerdeki yangınları söndürmeye çalışmadan önce, Kıbrıs konusuna ciddi bir şekilde el atması gerekiyor artık. İslam dünyasındaki ve özellikle de Ortadoğu’daki etkinliği iddia edildiği gibi artıyorsa, bunu Kıbrıslı Türklerden yana kullanması gerekiyor.
Arttığı söylenen etkimizi kanıtlayacak en önemli faktörlerden biri de zaten, Ankara’nın Müslüman ağırlıklı ülkeleri Kıbrıslı Türkler lehine harekete geçirmesi olacaktır. Ankara bugün Müslüman davalarına verdiği uluslararası desteğin karşılığında bunu mutlaka talep etmeli.
Bu ülkelerin Kıbrıslı Türklerin uluslararası düzeydeki ekonomik, kültürel ve siyasi, izolasyonlarının kalkmasına katkılarını sağlamak, aynı zamanda Merkel ve onun gibi düşünen Avrupalılara verilecek en iyi yanıt olacaktır.
Bunlar yapılırken, AB’nin tüm yaşananlardan sonra Türkler için artık ne havuç, ne de sopa olduğu gerçeğinin de net bir şekilde gösterilmesi gerekiyor. Özetle, “Kıbrıs’ı çözmezseniz AB’ye üye olamazsınız” söyleminin “nötralize edilmesi” şart.
Bunun için de AKP iktidarının, KKTC’nin uluslararası düzeyde elden geldiğince tanınması için aktif bir diplomasi yürütmesi gerekiyor. Kıbrıs Rum basınında önceki gün çıkan bir haber bu açıdan bizi umutlandırdı.
Simerini gazetesine göre Katar, Rum Kesimi’ne yapmayı düşündüğü ve büyük bir alışveriş merkezini de içeren yatırımından Türkiye’nin yoğun baskısı sonucu vazgeçmiş. Bu haber doğru mu bilemiyoruz.
Fakat doğruysa “Türkiye’nin artan gücünü” göstermesi açısından önemli olacaktır. Siyasi sonuçları da, olmayacak duaya amin diyerek Merkel’i özür dilemeye davet etmekten çok daha fazla yankılanacaktır.
Özetle, Merkel sayesinde Kıbrıs için artık yeni bir stratejiye ihtiyaç duyulduğunu görmüş olduk.