Bizim ailemiz sol gelenekten gelir. Bu yüzden evimiz 12 Mart’ta basılmıştır. Ayrıca, akrabalarımız ve aile dostlarımız hapse atılarak işkenceden geçirilmiştir. Onun için, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın bu yıl Taksim Meydanı’nda coşkuyla kutlanabilmiş olması bizim gibi olanlar için tarihi bir dönemeçtir.
Ancak buna değinmeden önce şunu söylemek zorundayız. Kendisini medeni sayan her insanın, PKK’nın emekçilerin bu bayramını zehir etmeye çalışmasını ve bazı evlere ateş düşürmesini lanetlemekten başka bir seçeneği olamaz.
Bu olayları lanetlemekte zorlanan ve bahane olarak hep bir “denge unsuru” bulmaya çalışan Kürt siyasetçilerin de bu ilkellik karşısında artık seslerini yükseltmeleri gerekiyor.
Konuya dönersek, bu yılki 1 Mayıs kutlamaları çerçevesinde akla birçok isim geliyor. Fakat biz bir ismi özellikle anmak istiyoruz. O da ailemizin en yakın dostlarından olan gazeteci Emil Galip Sandalcı’dır.
Lise yıllarımızda kendimize örnek seçtiğimiz bu güzel insana, sol görüşleri nedeniyle, zamanında çektirilenler Türkiye açısından unutulması mümkün olmayan bir yüz karasıdır.
Türkiye’de siyasi görüşleri nedeniyle acı çektirilmiş çok insan var tabii. Çoğu da adaletin yüzünü hiç göremedi. Kalan kaldı, giden gitti. Kaybeden ise hep Türkiye oldu. Demokrasimizin bugün Avrupa’daki eski Sovyet Bloğu ülkelerinin bile gerisine düşmüş olmasının başlıca nedeni de budur.
Fakat, devam eden sorunlara rağmen, demokrasi ve insan hakları açısından önemli bazı kazanımların sağlanmaya başlandığı da bir gerçektir. Bu yüzden bu yılki 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de gerçekleştirilmesinin yolunu açan hükümeti kutluyoruz.
Ancak, bunu sorgulamadan yapamıyoruz. Zira insan, “hidayete ermeniz niçin bu kadar zaman aldı? Polisin onca masum insana kameralar önünde zulüm etmesine ve yaralamasına daha önce niçin izin verildi?” sorusunu sormadan da edemiyor.
Taksim’de ve yurdun diğer meydanlarında yaşanan coşkuya kendimizce katılmak için, cumartesi günü evimizin camlarını açarak “Enternasyonal”i avazı çıktığı kadar çaldık. Birkaç kişi dışında dönüp bakan olmadı. Yabancı olan eşimize de dönerek, “Biliyor musun, bunu 32 iki yıl önce yapsaydım bir saat içinde kendimi Mamak’ta işkenceden geçiriliyor bulurdum” dedik.
Taksim’deki kalabalığa bakınca “işte gerçek Türkiye” diye düşünmeden de edemedik. Zira bir ülkenin temel gerçeği, o ülkeyi ayakta tutan emekçileridir. Buna fabrikadaki işçinin yanı sıra, bankadaki veznedardan, devlet memuruna, gazetecisinden taksi şoförüne kadar herkes dahildir.
Patronların “çok çalış benim gibi olursun” öğütleri ise büyük bir kandırmacadır. Zengin adamın fabrikasındaki bir işçi çoğu kez patronundan daha fazla emek sarf etmesine rağmen, kendisini değil sermayedarı zengin eder.
Emekçinin asıl gücü ise, sömürücülere karşı gösterilen dayanışmadan gelir. 12 Eylül’den sonra kanatları kırpılan emekçilerin seslerine, yavaş yavaş da olsa, tekrar kavuşuyor olmaları Türkiye açısından olumlu ve önemli bir gelişmedir.
Bu yıl Taksim’de “sağcılık” ve “solculuk” da yoktu. Her kesimin emekçileri ve sendikaları bayramlarını bir arada kutladılar. Aynı zamanda ciddi sorunlarını dile getirdiler.
Bu arada, zamanında “sömürücü kompradorlar birliği” diye tanınan TÜSİAD bile artık “1 Mayısınız kutlun olsun” mesajları yayınlıyor. Özlemini çektiğimiz Türkiye işte budur. Yani, emekçinin işkenceden geçirilmeden hakkını aldığı, patronların da buna saygılı olduğu bir Türkiye.
Bunun tam anlamıyla oturmasının daha zaman alacağı kesin. Ancak bu yılki 1 Mayıs kutlamaları yine de tarihi bir dönüm noktasıdır. Bu kutlamalar ayrıca, insanları kendi hallerine bıraktığınızda, kendilerini asayiş içinde yönetmeyi ve provokasyonlara gelmeden mesajlarını verip meydanlardan medeni bir şekilde ayrılmayı bildiklerini kanıtladı.
Umarız hoşgörüsüz yanı genelde ağır basan devletimiz bundan gerekli dersleri çıkarır ve -bırakın 32 yıl öncesini- daha bir yıl önce yaşanan çirkinlikleri halkına bir daha yaşatmaz.