İsrailli sağcı ve dincilerin hoşuna gitmeyebilir ancak, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin kopma noktasında seyretmesinin -özellikle de Ortadoğu’daki dengelerin altüst olduğu bir sırada- stratejik açıdan faydadan çok zarar getirdiğini İsrail ordusu da anlamış görünüyor. İsrail basınında çıkan haberler buna işaret ediyor.
Yazdıkları genelde doğru çıkan Haaretz gazetesinin konuyla ilgili son haberine göre, İsrail ordusu -Dışişleri Bakanı Liebermann’ın popülizm kokan “ulusal onurumuz zedelenir” çıkışlarına rağmen- Mavi Marmara baskını için “yasal sorumluluk getirmeyecek şekilde” Türkiye’den özür dilenebileceğine inanıyormuş.
Türk Kızılayı’na izin
Hatta, asıl bu işin sürüncemede kalmasıyla operasyona katılan askerlerin terhis sonrasında uluslararası düzeyde yasal sorunlarla karşılaşmaları olasılığı artıyormuş. Özetle, yazılanlara bakılırsa, İsrailli komutanlar bu işin bir an evvel kapatılmasından yana gözüküyorlar. Savunma Bakanı Barak’ın açıklamalarından da bunu çıkarmak mümkün.
“Yasal sorumluluk” meselesine nesnel açıdan bakılırsa Türkiye taleplerini aslında açıkça ortaya koydu. Bunları her vesileyle tekrar da ediyor. Bu taleplerin başında Mavi Marmara baskını için özür dilenmesi ve baskında öldürülen Türk eylemciler için tazminat ödenmesi geliyor.
Tazminat ödenmesi çok problemli görünmüyor. İsrail’in bunu bir şekilde ödemeye razı olduğunu İsrail basını da duyurdu. Konu asıl “özür” meselesinde kitlenmiş bulunuyor. “Ulusal onur” meselesi bir yana bırakılırsa, İsrail özür dileyerek uluslararası yasalar açısından suçlu konumuna düşmek istemiyor.
Ancak, Türkiye’de konuyu uluslararası mahkemelere taşıma niyetinde değil. Bu yola başvuracak olsaydı, bunu çoktan yapmış olması gerekirdi. Türkiye’nin bu yola başvurarak, hasımlarına başka konularda kendisine karşı koz vermek istediğini sanmıyoruz.
Özetle, mesele Türkiye ve İsrail açısından özür ve tazminatla kapanır. İsrail’e karşı açılacak bireysel davaların dayanağı da böylece zayıflar. Bu arada Türkiye’nin “Gazze ablukasının kalkması” koşulu da unutulmamalı tabii.
Ancak, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun’un Mavi Marmara olayını araştırmak için kurduğu “Palmer Paneli”, İsrail’i hedef alan Gazze kaynaklı saldırılar karşısında, bu ablukanın yasal olduğunu bildirecek. Panel’den sızan bilgiler bunu gösteriyor. Türkiye reddetse bile bu kanaat uluslararası düzeyde önemli ölçüde kabul görecektir.
Öte yandan söz konusu abluka sürerken, Mısır üzerinde Gazze’ye artık tıbbi ve diğer insani malzemelerin girebildiği biliniyor. İsrail, Türk Kızılay’ına bunun için özellikle izin verdi.
İsrail, uluslararası baskılar karşısında, kendi kontrolündeki geçiş noktalarından da bu tür malzemelerin girişlerine eskiye oranla daha fazla kolaylık sağlıyor.
Bunlar yaşanırken, yukarıda belirttiğimiz gibi, Ortadoğu’daki dengeler de hızla değişiyor. Türkiye, yaşananlar karşısında artık bölgede “oyun kurucu” olma sevdasından vazgeçip, başta ABD olmak üzere, büyük ölçüde Batılı müttefikleriyle birlikte hareket ediyor. Bu durum Libya’da açıkça görülürken, Suriye’deki gidişat da aynı istikamete işaret ediyor.
Nereden nereye...
Bu durum karşısında, bu kez bizdeki dincilerin hoşuna gitmese de, İsrail ile ilişkiler Türkiye açısından da önem kazanıyor. Bu ilişkilerin bozuk olması Ankara’nın bölgesel etkinliğini azaltmakla kalmıyor, Batı ile ilişkilerini de etkiliyor.
Tabii testi kırıldı ve yapıştırılacak olsa bile çatlakları gizlemek mümkün olmayacak. Kısacası, Türkiye ve İsrail’de mevcut iktidarlar işbaşında oldukları süre bu ilişkinin sevgi ilişkisi olamayacağı aşikar. Fakat stratejik nedenlerle bu ilişkilere tekrar bir “işlevsellik” kazandırmanın gereği iki ülkede de hissediliyor.
Uluslararası ilişkiler insanların arasındaki ilişkilerden farklı bir mantığa dayanır. “Çifte standart” suçlamasını çok seven bir milletiz. Ancak, dünya da sanıldığı kadar ideal bir dünya değil. Libya konusuna bakın. Başta nerdeydik, bugün neredeyiz. Bunu görmek bile ne demek istediğimizi anlamak için yeterli olmalı.