İsrail’in BM Genel Sekreteri’nin Mavi Marmara olayını araştırmak amacıyla kurduğu panelle işbirliği yapacağı geçen hafta belliydi. BM İnsan Hakları Konseyi’nin soruşturma komisyonunu reddeden İsrail hükümeti, bu panel ile işbirliği yapacağını kendi basınına sızdırmıştı.
Yeni Zelanda’nın eski başbakanlarından Geoffrey Palmer’ın başkanlığında ve Kolombiya’nın önümüzdeki günlerde görev süresi dolacak olan Cumhurbaşkanı Alvaro Uribe’nin başkan yardımcılığında kurulan paneldeki yetkililerden biri İsrailli olacak. Türkiye’nin de bir temsilcisi olacak tabii.
İsrail böylece panel üzerinde belli bir kontrol sağlamış olacak. İsrail’in bu kararıyla üzerindeki uluslararası baskıları azaltacağı da gelen olumlu tepkilerden belli. İsrail ayrıca Washington’un yakın desteğini görecek. Zaten ABD’den bazı güvenceler almadan bu panelle yanaşmazdı.
ABD’nin BM’deki daimi temsilcisi Susan Rice’ın önceki gün yaptığı açıklama da bu desteği yansıtıyordu. Rice’ın sözleri, Washington’un bu panelden ne anladığını da ortaya koyuyordu. ABD’ye göre bu panel İsrail ve Türkiye’nin Mavi Marmara baskını konusunda yaptıkları iç soruşturmaların yerine geçmeyecek.
Panel, Türkiye ve İsrail’in yaptıkları soruşturmaları değerlendirip, bu tür olayların tekrarlanmaması için tavsiye niteliğinde bir rapor hazırlayacak. Bundan da, asıl amacın “suçluyu bulmak” olmadığı anlaşılıyor.
Ankara ise baskını uluslararası sularda gerçekleştiren İsrail’in bağımsız bir uluslararası komisyon tarafından soruşturularak hukuken suçlu bulunmasını istiyor. Oysa ABD’nin gölgesini şimdiden üzerinde hisseden bu panelden İsrail’i doğrudan suçlayan bir raporun çıkması olası görünmüyor.
İsrail’in bu panelle işbirliği yapma kararı yine de olumlu karşılandı. İsrail böylece BM ile ilk kez işbirliği yapmış olacak ki, Genel Sekreter Ban Ki-Moon bile bunu “görülmemiş bir gelişme” olarak değerlendirdi. Bunun Ankara’nın da baskılarıyla gerçekleşmiş olması, Türkiye’nin uluslararası itibarı açısından önemli.
Dışişleri Bakanlığı’nın İsrail’in kararını “doğru yönde atılmış memnuniyet verici bir adım” olarak değerlendirmesi ise Ankara’nın her şeye rağmen söz konusu panele olumlu bakma eğiliminde olduğunu gösteriyor. “Palmer Paneli” sonuçta iki tarafa da, dış politikaları açısından maliyetli olan bir durumdan çıkış yolu sağlayabilir.
Ancak, İsrail’den hâlâ “özür” ve “tazminat” bekleyen hükümetin bu panelin yapısı ve amacı konusunda kamuoyunu doğru bilgilendirmesi gerekiyor. Bu çerçevede beklentileri fazla yükseltmesi hatalı olacaktır. Aynı şekilde, konuya salt bir “Mavi Marmara baskını uluslararası sularda gerçekleşti” argümanıyla yaklaşıp, tümüyle buna güvenmesi de hatalı olacaktır.
“Uluslararası İnsani Hukuk” çerçevesinde, 1994’te kabul edilen ve denizde savaşın kurallarını ortaya koyan “San Remo El Kitabı” (San Remo Manual on International Law Applicable to Armed Conflicts at Sea) bir ülkeye düşmanlarına karşı açık denizlerde operasyon düzenleme olanağını sağlıyor.
Ancak aynı kurallar bu operasyonları insani hukuk açısından çok sıkı koşullara bağlıyor. Bu nedenle, Türkiye’nin asıl, İsrail’in Mavi Marmara baskınında silahsız ve barışçıl insanlara orantısız ve ölümcül güç kullandığını kanıtlaması gerekecek. İsrail de kuşkusuz, demir çubuklarla dövülen askerlerinin görüntülerine güvenerek, “gemidekiler barışçıl değil saldırgan eylemcilerdi” diye savunma yapacak.
Tarafların paneldeki tutumları ilişkilerinin geleceği açısından da belirleyici olacak. İsrail sonunda özür dileyerek tazminat ödemeyi kabul edecekse, bu Türkiye ile varacağı uzlaşmayla olacak. Bizce bu panelin amaçlarından biri de zaten Türkiye ile İsrail arasında “dostane çözüm” bulmaktır.
Ancak, uzlaşma iradesi yoksa bu panel kavgayı sürdürmek için sadece yeni bir zemin sağlamış olacak. Taraflar arasındaki gerginlik de iyice tırmanacak. Türk-Amerikan ilişkileri de kritik bir dönemde zarar görmeye devam edecek. Bundan hiçbir tarafın kazançlı çıkması mümkün değil.