İsrail’in Mavi Marmara saldırısında öldürdüğü dokuz Türk için özür dilemeyi reddetmesi halinde, bunu o ülkeyi yöneten aşırı milliyetçi ve radikal dincilerden oluşan hükümet tarafından alınmış stratejik bir karar olarak görmek gerekiyor. Sonuçta böyle bir karar Türkiye ile ilişkilerin kopmasının göze alındığına işaret etmiş olacak.
Gerçi Başbakan Netanyahu’nun ABD Dışişleri Bakanı Clinton ile geçtiğimiz günlerde yaptığı telefon konuşmasından sonra Amerikan ve İsrail basınında çıkan haberlere rağmen İsrail özür dilemeyeceğini henüz resmen açıklamadı.
Ancak İsrail’in en üst kademelerinden yansıyan, “Özür dilemek mi? Tanrı korusun!” türünden açıklamalar bu yönde bir kararın alınacağını açıkça çağrıştırmaya başladı.
Bu arada ilişkilerin düzelmesi için Türkiye’nin ortaya koyduğu “özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması” şeklindeki ön koşullarının yumuşatılacağına dair bir emare de yok.
İki taraf da hevesli görünmüyor
İsrail’in özür dilemeyeceğine dair haberlerin yayılması üzerine Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’nin bu üç talebini somut ifadelerle tekrarlaması, iki ülke arasındaki bağların kopma noktasına doğru ilerlemekte olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu durum AKP iktidarının da İsrail ile ilişkiler konusunda “stratejik” bir karar aldığına işaret ediyor.
Sonuçta iki tarafta da bu ilişkiyi kurtarmak konusunda fazla bir heves görünmüyor. Bu durumdan en çok endişe duyanlar ise ülkedeki mevcut siyasi konjonktürde seslerini fazla duyuramayan İsrail’in ılımlı kesimleriyle, her iki ülke ile yakın ittifak ilişkileri olan ABD.
İsrailli ılımlılar, özellikle de Ortadoğu’daki son gelişmeler sonucunda “kaybedilen” Mısır’dan sonra Türkiye’yi de kaybetmenin İsrail açısından büyük ve kolay telafi edilemeyecek bir hata olacağını düşünüyorlar. İsrail’deki şahin kanattaysa böyle bir kaygının olmadığı anlaşılıyor.
Bu kanattakiler açısından İsrail’in -başından beri nefret ettikleri Obama yönetimini olmasa bile- ABD Kongresi’ni elde tutması ve bu arada alabildiğince silahlanmaya devam etmesi ülkenin ulusal çıkarları açısından fazlasıyla yeterli görünüyor.
İsrailli şahinler ayrıca, açıklanması daha önce iki kez ertelenen ancak önümüzdeki günlerde açıklanacağı söylenen “Palmer Raporu”nun Mavi Marmara olayı hakkındaki bulgularına güveniyorlar. BM Genel Sekreteri tarafından kurulan bu panelin İsrail’in Gazze ablukasının “yasal olduğunu” ilan edeceğine inandıkları için, bu yoldan Türkiye’ye karşı siyasi ve yasal üstünlük sağlamayı umuyorlar.
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin kopmasından hangi ülkenin daha fazla zarar göreceği meselesine gelince, her iki ülkede karşı tarafın çok daha fazla kaybedeceğini savunanlar var. Fiili duruma bakılacak olursa, İsrail’in giderek yalnızlaşmasına karşın Türkiye’nin, yalnız bölgedeki Arap halklar arasında değil, dünya genelindeki itibarının artmakta olduğu inkâr edilemez.
Aşırı güçle caydırma güdüsü
İsrail’in tek dayanağı ise ABD’nin sorgusuz sualsiz desteği. Orada bile ABD’nin daha çok muhafazakâr kesimine güveniyor. Hal böyle olunca, Türkiye ile ilişkilerinin kopmasından uzun vadede İsrail daha çok kaybedecekmiş gibi bir kanaate varmak kolay.
Fakat, özellikle Ortadoğu’da hüküm süren ve nasıl sonuçlanacağı hâlâ belli olmayan belirsizlik ortamı çerçevesinde, bu durumdan her iki ülke kaybedecekmiş gibi geliyor bize. Türklerle Musevilerin yüzyıllara dayanan tarihi bağları düşünüldüğünde, Türkiye ile İsrail’in dostluktan hasım konumuna geçmelerinin ne işe yarayacağı da açıkçası belli değil.
Mavi Marmara olayında Türkiye kendisinin bir sivil toplum kuruluşu tarafından güdülmesine izin verirken, İsrail de düşüncesizce, üstelik iki millet arasındaki tarihi bağlara rağmen, kendisini “karşı tarafı aşırı güçle caydırma” güdüsüne teslim etti.
Son dakikada akıl duyguya üstün gelir mi bilemiyoruz. Şu aşamada tek görebildiğimiz şey, bildiğimiz Türk-İsrail ilişkilerinin sonuna yaklaşıyor olmamız ve her iki tarafta bundan fazlasıyla memnuniyet duyacak olanların bulunmasıdır.