Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İsrail’in yarattığı vahim olayda doğruları ortaya koymak gerekiyor. Gazze’ye giden konvoy sadece bir “yardım konvoyu” değildi. Konvoyun asıl hedef İsrail’in Gazze’ye uyguladığı yasa dışı ablukaya dikkat çekmekti. İsrail’in açık denizlerdeki korsanlığı sayesinde bu amacın misliyle hâsıl olduğu söylenebilir. Ama ne yazık ki insan hayatı açısından bunun maliyeti de çok yüksek oldu.
Bu kabul edilmez maliyete rağmen Gazze’ye İsrail tarafından uygulanan ablukanın kaldırılması konusu artık dünya gündeminin üst sıralarına oturdu. Bu arada İsrail’in uluslararası yalnızlığı daha da arttı. Türkiye’nin Güvenlik Konseyi’nden çıkmasını istediği sert tasarıyı yumuşatmış olsa da, ABD bile Konsey adına sonunda kabul edilen ve ablukanın kalkmasını isteyen “Başkanlık Açıklamasını” engellemedi.
Bu gelişmenin, 189 ülkenin geçen cuma günü İsrail’in nükleer programını şeffaflaştırması için yaptığı ortak çağrıdan hemen sonra gelmesi -ki, o çağrı da Washington tarafından desteklenmişti- İsrail açısından son derece olumsuz bir gelişmedir. Özetle, aşırı sağcı Netanyahu yönetiminin etrafındaki uluslararası çember giderek daralıyor.
Ama bunun somut neticeler vermesi için İsrail’e karşı cezai yaptırımların uygulanması gerekiyor. Yalnızlığa düşüp dünya tarafından lanetleniyor olsa da, İsrail’in asıl kolladığı budur. Kısacası İsrail, “Somut olarak ne yapılacak, ona bakarım. Gerisi ‘lafı güzaftır’ ” diyor. Geçmişe bakıldığında, İsrail’in bu yaklaşımında fazla hatalı olmadığı da görülüyor.
Özetle İsrail Batı’nın Yahudilere karşı duyduğu suçluluk hissine güveniyor. Hamas’a da zaten hiç sempati duymayan Batı’dan İsrail’e karşı ciddi yaptırımların çıkması ise pek mümkün görünmüyor. Bu durumda da “Bu konuda öncülük eden Türkiye ne yapacak?” sorusu gündeme geliyor.
Başbakan Erdoğan, Şili’den ayrılmadan önce yaptığı açıklamalarda büyük beklentilere yol açtıysa da, dün Meclis’te yaptığı konuşmasıyla bazılarında düş kırıklığı yarattı. Bizi arayan ve bu konuşmadan ne anlamaları gerektiğini soran Arap gazetecilerin ortak kanısı da buydu. Erdoğan tabii ki İsrail’e karşı çok ağır sıfatlar kullandı.
Bizim dikkatimizi en çok çeken sözleri, “Türkiye’nin dostluğu ne kadar kıymetli ise düşmanlığı da o kadar şiddetlidir” şeklindeki açıklamasıydı. Bu da İsrail ile Türkiye’nin artık hasım güçler olduğunu gösteriyor. Ancak İsrail’e karşı somut eylem isteyenler açısından bu konuşma beklenen “yol haritasını” ortaya koymadı.
Erdoğan ne ortak savunma projelerine son verileceğini, ne diplomatik ilişki düzeyinin indirileceğini, ne İsrail ile ticari ilişkilerin azaltılacağını, ne de İsrail’e karşı uluslararası mahkemelerde tazminat davaları açılacağını açıklayabildi. Kısacası, bırakın uluslararası camiayı, Türkiye’den bile İsrail’e karşı acıtıcı tek taraflı yaptırımlar çıkacağına dair bir işaret henüz alınmış değil.
Gerçi Erdoğan’ın, Başkan Obama ile dün akşam yapması planlanan görüşmeden sonra, İsrail’e karşı bir dizi yaptırım açıklamasını bekleyenler vardı. Bunun ne denli doğru olduğunu herhalde bugün Ankara’da toplanacak olan güvenlik zirvesinden sonra göreceğiz.
Ancak Türkiye’nin öyle karmaşık bir gündemi var ki, bu toplantı tırmanışa geçen PKK terörü hakkında da olabileceği gibi, eski adalet bakanlarından Seyfi Oktay’ın dün Ergenekon davası kapsamına alınması konusuyla da ilgili olabilir. Onun için bekleyip görmek gerekecek.
Ancak şu aşamada kesin bir şey varsa, o da İsrail’in cezalandırılması konusunda kamuoyunda yükselen beklentidir. Hükümetin bu konuda atmayı tasarladığı adımlar varsa onları herhalde yakında göreceğiz. Ancak, Türkiye’nin çok ciddi adımlar atmasının önünde bir dizi pratik engel olduğunu da unutmamak gerekiyor. Özetle, sokaktaki adam İsrail’in cezalandırılmasını beklese de, bu sanıldığı kadar kolay olmayabilir.