Başbakan Erdoğan, hükümetinin İsrail’den taleplerini ve beklentilerini Toronto’da yineledi. Ankara, İsrail’in Gazze ambargosunu kaldırmasını, Mavi Marmara saldırısı için özür dilemesini ve ölenler için tazminat ödemesini istiyor. Bu arada bu saldırı hakkında bir uluslararası soruşturma talep ediyor.
Bunların hangisinin gerçekleşeceğini göreceğiz. Biz şahsen özür dilenmesi ve tazminat ödenmesi konularında fazla umutlu değiliz. İsrail’de mevcut yönetim iş başında kaldıkça bunlar pek mümkün görünmüyor. Uluslararası soruşturma konusunda da fazla umudumuz yok. Washington da zaten İsrail’i bu konuda açık veya örtülü bir şekilde koruyor.
Bu arada, Ankara buna şiddetle karşı çıksa da, İsrail tek taraflı Mavi Marmara soruşturmasını pazartesi günü başlattı. Beş kişilik soruşturma komisyonunun üç üyesi İsrailli. Bunlar 75 yaşındaki emekli yüksek mahkeme hâkimi Jacob Turkel, 86 yaşındaki emekli general Amos Hosrev ve 93 yaşındaki uluslararası hukukçu Şabtai Rosen.
İsrail, soruşturmaya “uluslararası boyut” katmak için, Nobel ödüllü Kuzey İrlandalı politikacı David Trimble ile Kanada’nın eski askeri savcılarından General Ken Watkins’i de komisyona davet etti. İkisi de görevi kabul etti.
Ancak ortada bir sorun var. Watkins’i bilmiyoruz ama Trimble “İsrail’in Dostları Grubu” adlı bir örgütün kurucusudur. Kendisi, Başbakan Netanyahu ile savunma bakanı ve genelkurmay başkanını da sorgulayacak olan komisyonun üyesi olarak nesnel davranacağını söylüyor.
Ancak Trimble’ın, eşyanın tabiatı gereğince, tarafsız olamayacağını söyleyenlerin sayısı az değil. İrlandalıların bir sözü var. Trimble da bunu biliyordur. “Mahkeme heyeti cehennemde toplanıyorsa şeytanı dava edemezsiniz” derler.
Bu “soruşturma komisyonu” da böyle bir şey olacak. Ancak ABD, büyük bir olasılıkla, komisyonun “bulgularını” destekleyecek. Güvenlik Konseyi’nin diğer daimi üyeleri ile AB de, bir müddet “kem küm” ettikten sonra, konuyu unutacaklar.
Özetle Türkiye bu konuda da yalnız kaldı. Peki bu durumda ne yapılmalı? Ankara’nın İsrail’e karşı uluslararası hukuka başvuracağı söyleniyor şimdi. Bu iyi bir yoldur. Fakat bu konuda henüz açıklama yapılmadı.
Uluslararası mahkemeye giderse Türkiye’nin iki temel dayanağından biri, İsrail saldırısının bir sivil yardım gemisine karşı yapılmış olması, ikincisi de bunun açık denizlerde gerçekleşmiş olması olacaktır.
İsrail ise buna karşı “deniz muharebelerinin” uluslararası hukuktaki çerçevesini çizen 1994 tarihli “San Remo El Kitabı”na güveniyor. Bunun beşinci bölümü ülkelere düşmanlarıyla açık denizlerde savaşma hakkını tanıyor. Fakat sivil kayıpları gözeten el kitabı bu tür savaşı çok sıkı kurallara bağlıyor.
Bu kuralları okudukça insan, “İsrail, açık denizlerde savaş hakkını teslim ettirmek dışında bundan ne umabilir ki” diye merak ediyor. Zira el kitabındaki maddeler İsrail’in hukuk dışına nasıl çıktığını gösteriyor.
Özetle konu uluslararası mahkemeye giderse İsrail’in, Mavi Marmara’nın fiili bir güvenlik tehdit oluşturduğunu ve buna karşı kullanılan gücün de orantılı olduğunu kanıtlaması gerekecek. Ancak bunu yapması zor, zira kullanılan gücün orantısız ve yersiz olduğu ortada.
Kısacası Türkiye’nin temel hukuki dayanakları güçlü. Ancak Ankara’nın, başta Lahey olmak üzere, uluslararası mahkemelere gitme gibi bir geleneği pek yok. Aksine bu mahkemelerden, başta deniz hukuku konusunda olmak üzere, çeşitli nedenlerle hep kaçınmıştır.
AKP iktidarı da şu anda, uluslararası hukuk çerçevesinde harekete geçmek yerine, bu konuda başkalarından bir şeyler bekliyormuş gibi davranıyor. Çeşitli uluslararası toplantılardan, bazen zorlamayla, “İsrail’i kınama deklarasyonları” çıkarttırıyor, fakat hukuki boyutta bir hareket yok.
Oysa İsrail, dünya nezdinde kendisini aklatma girişimini resmen başlattı bile. Bunun karşısında sadece sözlü çıkışlarla yetinip, hukuki boyutu başkalarının harekete geçirmesini beklemek Türkiye’ye istediği sonucu getirmeyecektir.