Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İran’ın Türkiye ve Brezilya tarafından ortaya atılan uranyum takası formülünü kabul ettiğini Viyana’daki
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (IAEA) resmen bildirmesi, Washington’un Ankara’ya duyduğu kızgınlığı daha da arttırdı. Amerikan basınının bu gelişmeyi “İran’dan yeni meydan okuma” gibi garip başlıklarla duyurması da bunu gösteriyor.
Fakat Başbakan Erdoğan’ı İran’ın samimi olmadığı konusunda ikna etmek için “telefonda bir saat dil döktüğü” belirtilen Başkan Obama’yı asıl kızdıran şey, Türkiye-Brezilya önerisine güçlü isimlerin de destek vermeye başlamalarıdır. Örneğin IAEA’nın eski Başkanı Muhammed El Baradey.
Baradey, France24 kanalına 18 Mayıs’ta verdiği demeçte, söz konusu önerinin ve İran’ın bunu kabul etmesinin çok önemli bir gelişme olduğunu söyledi. Bu gelişmenin İran açısından yabana atılamayacak bir “güven arttırıcı adım” olduğunu belirten Baradey, Tahran’ın “zaman kazanmak için bir oyun oynadığına inanmadığını” da vurguladı.
Nükleer enerjinin silahlara yönlendirilmesini önlemek için gösterdiği çabalardan dolayı 2005’te Nobel Barış Ödülü’nü kazanan Baradey’in -ABD’nin de zamanında kabul ettiği- “uranyum takası” formülünün fikir babası olduğunu hatırlamakta yarar var.
BM Genel Sekreteri Ban ki-moon’un ardından Baradey’den de gelen bu desteğin, İran konusunda üzümü yemek değil bağcıyı dövmek niyetinde olan Washington’u memnun etmediği aşikâr. Zira IAEA’nın eski başkanının tutumu, ABD’nin Güvenlik Konseyi’nde başını çektiği Batılı daimi üyelerin yaklaşımı ile çelişiyor.
Washington, Paris ve Londra, “Türkiye ve Brezilya’nın İran tarafından kandırıldığı” temasını işlemeye kararlı görünüyorlar. Ancak bu yaklaşımı ne kadar sürdürebilecekleri de belli değil. Zira Türkiye-Brezilya önerisine başta çok olumsuz ve Türkiye açısından manidar bir şekilde yaklaşan Amerikan medyasında da bir kafa karışıklığı yaşanıyor.
New York Times’ta 20 Mayıs’ta Roger Cohen imzasıyla çıkan yorumun “Amerika kale direklerinin yerini değiştirdi” başlığı bile bunu ortaya koyuyor. Cohen yazısında, Türkiye’yi İran konusunda bir formül bulması için teşvik eden Obama yönetiminin daha sonra Ankara’yı ortada bıraktığını belirtiyor.
Ardından, “Yeni yaptırımlar İran’ın nükleer konusundaki tavrını değiştirmeyecektir. Müzakereler ise değiştirebilir” görüşüne yer veriyor ki Obama yönetiminin ciddi bir Amerikan gazetesinde görmek istemediği bir görüş bu.
Taraflar arasındaki hatlar bu denli kesin bir şekilde çizildiğine göre, Türkiye ve Brezilya’nın ortaya attıkları ve İran’ın kabul ettiğini resmen duyurduğu formülün bir sonuç getirmesi aslında zor görünüyor. Öte yandan bu formülün ABD’nin İran’a karşı yaptırım girişimine darbe indirdiği de kesin.
Batı, Rusya ve Çin’in bu durumda -aslında “ilke olarak” kabul ettikleri- yaptırım fikrini sonuna kadar destekleyecekleri konusunda kuşkulu şimdi. Kısacası, sonuçta her iki taraf açısından ciddi bir başarısızlık söz konusu olabilir.
Bunun ise Ankara ile Washington arasındaki ilişkilere olumsuz yansıyacağı kesin. Dahası, Türkiye’nin, İran’a karşı yaptırımlara desteğin olduğu NATO’da Rasmussen olayında olduğu gibi tekrar yalnız kalması olasılığı da yüksek. Özetle, bu artık Ankara için basit bir “İran’ı yaptırımlardan kurtarma konusu” değildir.
Türkiye’nin ABD ve Avrupa ülkeleriyle ilişkileri de bu gelişmelerle ölçülecektir. Ankara’nın bu çabalarının sonunda İran’a karşı Moskova ve Beijing’in de desteği ile yaptırım uygulanırsa, bu da AKP iktidarı açısından bir diplomatik felaket olacaktır. Zira “Kahraman AKP Batı’ya karşı” görüntüsü darbe yiyecektir.
Başka bir şekilde ifade etmek gerekiyorsa, İran konusu Türkiye açısından bir “satranç oyunu” olmaktan çıkıp bir “poker oyununa” dönüşüyor. Ülkenin coğrafi konumu nedeniyle çok boyutlu ve esnek bir dış politika yürütmek zorunda olan Ankara açısından bunun bir başarı mı, yoksa ilerde faturası Türkiye’ye çıkarılacak bir başarısızlık mı olduğunu elbette ki zaman gösterecek.