Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İran, Batı ile ilişkilerini düzeltmek için Türkiye’nin arabuluculuğuna ihtiyaç duymadığını söyleyebilir. Fakat nükleer programı nedeniyle Batı ile giderek gerginleşen -ve bu hafta kritik bir noktaya gelecek olan- ilişkileri çerçevesinde Türkiye’nin Tahran’a diplomatik bir çıkış yolu sağladığı da kesin.
İran Dışişleri Bakanı Menuçehr Mutteki’nin, zenginleştirilmiş uranyum takasının Türkiye üzerinden yapılmasını kabul edebileceklerine dair yeniden işaretler vermesi de bunu gösteriyor. İlk bakışta, uluslararası gerginliğin azaltılması açısından bu son derece olumlu bir gelişme olarak görülebilir.
Ancak, Tahran’ın son dönemde bu konuda sergilediği çelişkili yaklaşımlar yine de ihtiyatlı olmamızı gerektiriyor. Zira İran’ın gerçekten bir çözüm mü arzuladığı yoksa, Türkiye’nin sağladığı pencere sayesinde, sadece zaman mı kazanmaya çalıştığı kesin değil.

İran’a güvensizlik
BM Güvenlik Konseyi’nde kendisine karşı yaptırımların gündeme gelmesinin beklendiği şu sıralarda Tahran’ın sadece zaman kazanmaya çalıştığını düşünmek için çok sayıda neden var. Bütün sorun İran’ın, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) üyesi olmasına rağmen, zenginleştirilmiş uranyum konusunda açık oynamamasından kaynaklanıyor.
Batı’ya kızdıkça daha önce açıklamadığı uranyum zenginleştirme tesislerini açıklaması veya meydan okuyarak 10 yeni tesis kuracağını duyurması ise kendisine dönük güvensizliği iyice arttırmış bulunuyor.
Öte yandan, uluslararası camianın bu kez karşısında bir blok oluşturmaya başladığını da gören Tahran, Türkiye’deki iktidardan aldığı güçlü moral desteği de doğal olarak çok önemsiyor. Ancak, Muttaki’nin son işaretlerinden Tahran’ın uluslararası baskıları hissetmeye başladığı da ortaya çıkıyor.
Yoksa, 10 gün önce dünyaya meydan okuyan İran’ın şimdi tekrar pozisyon değiştirmeye başlamasına başka bir anlam vermek mümkün değil. Tahran yönetimi kuşkusuz, BM’ye bağlı olan IAEA’da kısa bir süre önce yapılan oylamanın sonuçlarını da unutmuyor.
Hatırlanacaktır, o oylamada daha önce güvendiği Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri Rusya ve Çin de İran’ın kınanması için hazırlanan tasarıyı desteklemişlerdi. Bu durumda İran, Güvenlik Konseyi’ne yaptırımlar tasarısının gelmesi halinde Rusya ve Çin’e eskisi kadar güvenemeyeceğini biliyor.
Fakat Güvenlik Konseyi’nin geçici üyesi olan Türkiye’ye mutlak anlamda güvenebileceğini biliyor. Başka bir deyişle Ankara’nın bu yaptırımları desteklemeyeceğine, bu konuda en fazla çekimser kalacağına kesin gözüyle bakıyor.

Türkiye marjinal grupla
Nitekim, Viyana’da yapılan IAEA oylamasında, birkaç radikal ülke İran’dan yana oy kullanırken, Türkiye -marjinal bir grup ülkeyle birlikte- çekimser kalmıştı. Başka bir ifadeyle, Ankara sadece “doğal müttefikleriyle” değil, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin hepsiyle ters düşmüştü.
Ankara’nın şu anda oynadığı rol ise, esas itibariyle, İranlı yetkilileri IAEA’nın önerilerini kabul etmeleri konusunda ikna etmeye çalışmaktan ibaret. Yoksa İran’dan gelen herhangi bir karşı öneriyi Batı’ya taşıyıp arabuluculuk yapmıyor.
İran uranyumunun Türkiye üzerinden takas edilmesi önerisi de zaten Tahran’dan değil, IAEA’dan gelmişti. İran da şimdi bu öneriyi nükleer konusundaki “aktif belirsizlik” politikasının bir unsuru olarak kullanıyor. “IAEA’nın önerisini kabul ediyorum” demiyor, sadece “kabul edebilirim” diyor. Bu da sıkışık bir diplomatik konumdan zamana karşı oynadığına dair kuşkuları arttırıyor.
İran’dan şimdi gelen ve Türkiye üzerinden uranyum takasını kabul edebileceklerini gösteren sinyallerin ne derece samimi olduğunu zaten önümüzdeki günlerde göreceğiz. Zira 2010 yılının hemen başında uluslararası gündeme düşecek en sıcak konuların başında İran geliyor. Türkiye’nin bu çerçevedeki gerçek rolü de bu sayede netleşmiş olacak.