Türkiye ile Brezilya’nın İran ile uranyum takası konusunda sağladıkları anlaşma açısından kritik saatler yaşanıyor. Bu yazı yazıldığı sıralarda İran anlaşmayı kabul ettiğini içeren mektubu Viyana’daki Uluslararası Atom Enerjisi Ajanı’na (IAEA) hâlâ göndermemişti. Oysa varılan mutabakata göre Tahran’ın bunu yedi gün içinde yapması gerekiyordu. Bu süre dolmak üzere.
Varılan anlaşmanın -ABD ve Batılı ülkelerden gelen itirazlara rağmen- anlamlı olması için Tahran’ın bu adımı mutlaka atması gerekiyor. ABD’nin başını çektiği grubun, bu anlaşmaya rağmen, İran’a karşı yaptırım taslağını Güvenlik Konseyi’nde dağıtmasından sonra Tahran’ın bu adımı atıp atmayacağı ise belli değil.
Uluslararası gözlemciler, Ahmedinecad yönetiminin bu adımı atması halinde bunun Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri Çin ve Rusya üzerinde etkili olacağını söylüyorlar. Yaptırımlar konusuna zaten soğuk bakan bu iki ülkenin, bundan yararlanmak isteyeceklerini düşünüyorlar. Tahran’da geçen pazartesi günü varılan anlaşmaya rağmen devam eden belirsizliklerin giderilmesi için diplomasi yolunu tercih edeceklerini tahmin ediyorlar.
Hal böyle olunca, Washington’un -ve özellikle de İsrail’in- İran’ın söz konusu mektubu Viyana’ya göndermemesini temenni ettiklerini tahmin etmek güç değil. Zira bu, istedikleri kozu sağlayacaktır. Böylece hiç sevmedikleri ancak dünyanın dikkatini çeken Türk-Brezilya girişiminin başarısız olduğunu kesin olarak ilan edecekler. Rusya ve Çin de yaptırımlara destek vermek zorunda kalacaklar.
Ankara, Tahran’da varılan anlaşmayı kurtarmak için şimdi yoğun diplomatik girişimlerde bulunuyor. Türkiye ve Brezilya’nın sonuçta kendi çocukları olan bu anlaşmayı kurtarmaya çalışmaları son derece doğal. Ancak bu yapılırken Tahran’a da sözünü tutması için baskı yapılması gerekiyor.
Burada bir başka hususun altını da çizmek gerekiyor. ABD’nin başını çektiği grup, Güvenlik Konseyi’nden yaptırım kararı çıkaramazlarsa, tek taraflı olarak kendi yaptırımlarını uygulamaktan söz ediyorlar. Bundan da Batı’nın amacının üzümü yemek değil, bağcıyı dövmek olduğu ortaya çıkıyor.
Fakat “tek taraflı yaptırımlar” konusu da kolay değil. ABD’den çok farklı çıkarları olan 27 AB üyesi, İran ile ticareti yok sayılacak kadar az olan Washington tarafından ortaya konan bir yaptırım rejimine ne ölçüde destek verir? Bu sorunun net bir yanıtı yok. Örneğin, Almanya bu tür yaptırımları gerçekten ister mi?
Sonuçta Almanya İran ile en çok ekonomik ilişkisi olan AB üyesidir. Bugün 50 Alman şirketinin İran’da ofisleri var. 12.000 Alman şirketinin ise temsilcileri var. Söz konusu şirketler arasında dünya çapında tanınan Linde, BASF, Lurgi, Krupp, Siemens, ZF Friedrichshafen, Mercedes, Volkswagen ve MAN gibi devler de var. Alman Sanayi ve Ticaret Odası da (DIHK) zaten İran’a karşı yaptırımların Almanya’da binlerce kişiyi işsiz bırakacağını söylüyor.
BM’den çıkacak bir yaptırım kararı ise Almanya’yı zorlamaz. Zira herkesin bu yaptırımlara uymak gibi zorunluluğu var. Ama ülkelerin münferiden veya belli gruplar halinde uygulayacakları yaptırımlar Berlin’in işine gelmez. Zira bu, yıllarca büyük kazançlar sağladıkları bir piyasada meydanın tümüyle başkalarına bırakılması anlamına gelir.
Washington için BM’den İran’a karşı yaptırım kararının çıkmasının neden çok önemli olduğu bu durumda daha iyi anlaşılıyor. Türkiye ve Brezilya’ya duyulan kızgınlığın nedeni de. Sonuçta bu iki ülke sadece Washington’un İran’a karşı oyununu bozmakla kalmadılar, günümüz dünyasının artık “Batı eksenli” olmadığını ortaya koydular.
Bizce Washington’un başını çektiği Batılı grubun burada kızdığı asıl şey bu. Yani, Türkiye ve Brezilya’nın İran ile vardıkları anlaşmadan çok, bu iki bölgesel gücün yarattıkları ve Batı açısından memnun edici olmayan emsaldir. Ancak Batı bu ve benzeri emsallerin ortaya çıkmasını engelleyebilecek durumda değil artık.