Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Recim denen hadiseden daha büyük ilkellik olamaz. Bazıları haklı olarak bizde de yaygın olan “töre cinayetlerine” işaret edecektir. Fakat bu ilkel cinayetler bir rejim tarafından işlenmiyor. Suçlular da yakalandı mı, bazen “göstermelik” gibi olsa bile, sonuçta bir cezaya çarptırılıyorlar.
İran’da ise, zina ile suçlanan Sakine Muhammedi Aştiyani adlı kadını taşlanarak öldürülme cezasına çarptıran molla rejiminin kendisidir. Bu rejim, uluslararası baskılar üzerine geri adım atmak zorunda kaldı. Türkiye’nin “perde arkası girişimlerinin” de bunda etkili olduğu söyleniyor.
Umarız öyledir, zira hükümet yetkililerimiz bu tür konularda ancak zorunlu kaldıklarında “perde önünde” açıklamalarda bulunuyorlar. Ankara’nın “bu konularda komşumuz İran’la birlikte çalışmaya ve karşılıklı istişarelerde bulunmaya çalıştığını” da böyle bir vesileyle öğrenmiş olduk.
Ancak, Sakine’nin avukatı olan İranlı insan hakları savunucusu Mustafa Muhammed’in, aldığı ölüm tehditleri üzerine ülkemize sığınması, konuyu hükümetimiz açısından, istemese de, “perde önüne” getirmiş ve uluslararası dikkatleri Türkiye üzerinde yoğunlaştırmıştır.
Mustafa Muhammed’in Türkiye’ye giriş yaparken pasaportundaki bir sorun nedeniyle gözaltına alınması üzerine, Ankara’daki Batılı elçilikler de zaten bu yüzden anında harekete geçtiler. Endişeleri ise Muhammed’in apar topar geri gönderilmesi.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği yetkilileri ile Batılı diplomatların Türk makamlarına dönük eskiye dayanan bir şikâyetleri var. Bu da, Batı’dan iltica talebinde bulan kişilerin Türkiye’ye yasak yoldan girmeleri üzerine Türk makamları tarafından geldikleri yere iade edilmeleridir.
İltica talepleri Batılı ülkeler tarafından kabul edilmesine rağmen geri gönderilenler olmuştur ki, iade edildiklerinde bu insanları ne beklediğini tahmin etmek için fazla hayal gücü gerekmiyor.
Bu arada, Batı basınında Mustafa Muhammed konusunun Türkiye için bir “sınav” olduğunu belirten yorumlar da gecikmedi. Bunlarda biri dünkü Milliyet’te vardı. Başyazısını bu konuya ayıran İngiliz “The Times” gazetesi, “Türkiye, ya AB’nin sorumlu davranan gelecekteki bir üyesi ya da Ortadoğu’nun sistemden dışlanmış devletlerinin önde gelen dostlarından biri olacak. İkisi birden olamaz,” yorumda bulundu.
Neyse ki, yetkililerden öğrendiğimize göre, Mustafa Muhammed’in İran’a iade edilmesi hiçbir şekilde söz konusu olmayacakmış. Bu iyi bir gelişmedir, ancak Sakine’nin dramı da henüz bitmiş değil.
Baskılar üzerine recim cezasını uygulamaktan vazgeçen mollalar, şimdi bu kadını öldürmenin başka yollarını arıyorlar. Brezilya Devlet Başkanı Lula Da Silva’nın “Sakine’yi bize gönderin” çağrısını “duygusal” bulduklarını açıklayan mollalar, “işin içinde bilinmeyen unsurlar olduğunu” söylüyor.
Molla rejiminin dışişleri sözcüsü şimdi, “işin içinde bir de cinayetin söz konusu olduğunu” belirtiyor. O zaman Sakine niçin cinayetten yargılanmak yerine, zina suçundan taşlanarak öldürülme cezasına çarptırıldığı sorusu ise havada kalıyor.
Gönül tabii ki, idam cezasını yasalarından tümüyle kaldırmış demokratik bir ülke olarak Türkiye’nin bu konuda Brezilya’dan önce davranmasını isterdi. Buna rağmen, AKP iktidarının hâlâ yapabileceği şeyler var.
Örneğin, Başbakan Erdoğan, Sakine’yi öldürülmekten kurtarmaya çalışmanın yanı sıra, Mustafa Muhammed’in İran’da tutuklanan eşinin serbest bırakılması için “dostu Ahmedinejad”a çağrıda bulunabilir. Bu İran’ın hoşuna gitmez, ama Türkiye’nin dünyada sorgulanan aidiyeti ve eğilimleri açısından önemli bir “düzeltici hamle” de olur.
Bu arada, Türkiye’de insan hakları geliştikçe, bulunduğumuz coğrafya nedeniyle bu tür olaylarla gelecekte çok karşılaşacağımızı bilelim. Onun için mültecilerle ilgili 1951 tarihi Cenevre Konvansiyonu konusundaki “doğudan gelen mültecilere bulaşmama” politikamızı da gözden geçirmek zorunda kalacağımız aşikâr.
Onun için İran’daki rejim bir kadını öldürmenin yolunu ararken, “Haydi Türkiye, insanlığını göster,” diyoruz.