Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün arasında serbest ticaret ve vizesiz dolaşımı başlatmak için kurulan “Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi” bazıları tarafından “Ortadoğu Birliği kuruluyor” diye yorumlandı. Ancak, AB kıstas ise bu düzenlemeden bir “birliğin” çıkmayacağı aşikâr. Çıkmaz çünkü bu adımın AB gibi bir olguya dönüşmesi için gerekli olan siyasi, kurumsal ve hukuksal altyapı mevcut değil.
Kaldı ki, Türkiye’nin AB ile olan gümrük birliği anlaşmasının da bu çerçevede getirdiği bazı kısıtlamalar var. Bu “teknik ayrıntılara” rağmen hükümet ortaya atılan “Ortadoğu Birliği” benzetmesinden yine de memnundur. Zira bunun Türkiye için ortaya koyduğu “büyük vizyon” açısından belli bir “popülist getirisi” olacağı aşikâr.
Ancak, Ortadoğu ülkeleri arasında bir birliği andıran siyasi ve ekonomik ortaklıkların kurulması düşüncesi AKP’ye has değil. Geçmişte çeşitli hükümetler bunu zaman zaman dillendirdiler. Örneğin rahmetli Erdal İnönü, dışişleri bakanlığı sırasında, Ortadoğu için (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) gibi “AGİT” adıyla bir örgütün kurulmasını önermişti.
Fakat bölgesel gerçekler bu gibi temennilerin gerçekleşmesini geçmişte her zaman engelledi. Bugün ise değişim Ortadoğu’da kapıları zorluyor. Ürdün, Suriye ve Lübnan gibi ülkeler bunu özellikle hissediyorlar. Bu ülkelerin bizde göz ardı edilen bir ortak özellikleri var tabii. Rejimlerinin Batı ile çok derin ilişkileri var.
Ürdün her zaman ABD ve İngiltere’ye yakın durmuşken, Suriye ve Lübnan’ın Fransa ile ilişkileri çok eskilere dayanır.
Liderleri ve eşlerinin verdikleri imajdan da anlaşılacağı gibi, bu ülkelerdeki eğitimli orta tabaka aynı zamanda Batı tarzı yaşam biçimini benimsemektedir.
Lider eşleri arasındaysa başörtülü “fırst lady”ler yoktur. Bu arada karı koca hepsi en az bir Batı dilini ana dilleri gibi konuşurlar. Ayrıca, Müslüman olsalar da, dini inançlarını dışa vurmaktan hoşlanmazlar. Suriye Devlet Başkanı Beşir El Esad Fransa’da her zaman sıcak kabul görürken, Beyaz Saray Ürdün Kralı Abdullah’ın sık sık uğradığı bir yerdir.
Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin ise babasına düzenlenen suikasttan bu yana ABD ve AB’nin korumasında olduğu biliniyor. Suriye’nin radikal İslami gruplarla ilişkileri ve Lübnan’daki Hizbullah’ın varlığı ise bu söylediklerimizle çelişmiyor.
İşte bu liderlerin değişen Ortadoğu’da kendi yaşam tarzlarına da uygun yeni ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal açılımlara ihtiyaçları var. Bunun için de artan bir şekilde Türkiye’ye “model” olarak bakıyorlar. “Türkiye gibi nüfusu Müslüman olan bir ülke moderniteyi nasıl yakaladı?” sorusuna yanıt arıyorlar.
Arap entelektüelleri aynı zamanda Türk demokrasisini de model olarak görüyorlar. HaberTürk’te önceki akşam konuşan Türk-Arap Kültür Derneği Başkanı Muhammed Adil de bunu ortaya koydu. Özetle Türkiye, bizde bazılarının sandığı gibi, Arap dünyasında sırf “İslamlaştığı için” dikkat çekmiyor.
Bölgede AKP’nin İslami karakterinden ve Batı karşıtı söyleminden haz duyan mücahit unsurlar var elbette. Fakat burada sözü edilen ülkelerde Batı yanlısı bir burjuvazi kadar, ılımlı bir İslami burjuvazi de var. Bu ülkelerde ayrıca modernist ve demokrat entelektüeller var ki bunların bir kısmıyla çok eskilere dayanan dostluklarımız bugün de sürüyor.
Uzun lafın kısası Türkiye bugün Ortadoğu’da, İslami karakteri kadar, siyasi sistemi, ekonomisi, kültürü, hatta aşk ve cinsellik konularında tabuları yıkması gibi çok farklı nedenlerle dikkat çekmektedir. Burada sözü edilen ülkelerle ilişkilerin her alanda ve mümkün olduğu kadar geliştirilmesi ise bizim gibi annesi Şam’da doğmuş ve Beyrut ile Kahire’de büyümüş biri açısından son derece mantıklı ve olumludur.