AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu üyesi Stefan Füle, Avrupa’da hafta başında yaptığı konuşmada, Ankara’nın “Ek Protokol” yükümlülüklerini anımsatarak, Kıbrıs sorunu nedeniyle Türk-AB ilişkilerinde bir “tren kazası” olasılığından söz etti.
Söz konusu protokollere göre Türkiye’nin limanlarını ve havaalanlarını Kıbrıs Rum kesiminin gemilerine açması gerekiyor. Bu Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerine başlamadan önce kabul ettiği bir koşuldu.
Kıbrıslı Türkler üzerindeki izolasyonu hafifletmek için AB Komisyonu tarafından hazırlanan tedbirler paketi hayata geçirilmiş olsaydı, Ek Protokol’den kaynaklanan bu yükümlülüğün yerine getirilmesi AKP iktidarı açısından siyaseten riski olmazdı.
Ancak, Annan Planı süreci sonrasında Kıbrıslı Türkleri rahatlatacak olan bu paket, Türkiye’nin üyeliğine karşı olan ülkelerin desteğine dayanan Rumlar tarafından veto edildi. Ankara da bu veto kalkmadıkça Ek Protokol yükümlülüklerini yerine getirmeyi reddediyor.
Türkiye ile müzakerelerde sekiz faslı bu yüzden bloke eden AB tarafı şimdi Ankara’ya yükümlülüklerini anımsatarak, sözü “ahde vefa” kavramına getirmeye çalışıyor. Normal şartlarda Türkiye’ye dönük bu eleştiri haklı olabilirdi. Sonuçta devletler sözlerini tutmak zorundalar, aksi takdirde uluslararası itibarları zedelenir.
Ancak AB tarafının burada “ahde vefa” demesi insanı ister istemez “bak şu konuşana” demeye itiyor. Zira bugün “ahde vefa” ilkesini Türkiye’ye karşı asıl ihlal eden AB’nin bazı kilit üyeleridir. Üstelik de sadece Kıbrıslı Türklere verilen ancak yerine getirilemeyen sözler nedeniyle değil.
Bugün Fransa, Kıbrıs sorunu ile hiçbir ilgisi olmayan beş müzakere faslını, “ahde vefa” demeden ve AB’nin kendi kurallarını da çiğneyerek tek taraflı olarak bloke etmiş bulunuyor. Bunu da Türkiye’yi AB üyesi olarak görmek istemediğini açıkça belirterek yapıyor.
Oysa Türkiye ile üyelik müzakerelerinin başlatılması AB tarafından konsensüs ile alınan bir karardır. Başka bir ifadeyle bu kararın altında Fransa’nın da imzası var.
Bu nedenle Paris’in de Türkiye’ye Kıbrıs konusundaki yasal yükümlülüklerini hatırlatması, siyasi samimiyetsizliğin en belirgin göstergesi olarak karşımızda duruyor.
Füle aslında gene de haklı olabilir. Türk-AB ilişkileri Kıbrıs sorunu nedeniyle gerçekten de ciddi bir krize doğru ilerliyor gibi görünüyor. Fakat bu kriz olasılığını dramatik ifadelerle telaffuz etmenin Türkiye’yi Kıbrıs konusunda taviz vermeye zorlayacağını sanmıyoruz.
Ankara da zaten bu konuda kararlı görünüyor. Devlet Bakanı ve AB Baş Müzakerecisi Egemen Bağış’ın Füle’nin sözleri üzerine yaptığı açıklama da bunu gösteriyor.
Bağış AB’ye özetle şunu söylüyordu:
“17 müzakere faslını şu veya bu nedenle bloke etmiş bulunuyorsunuz. Müzakerelerin ne zaman sonuçlanacağına dair net bir tarih veremiyorsunuz. Avrupa’da ‘Türkiye AB üyesi olmasın’ diyen liderler var. Bu durumda Türkiye’den Kıbrıs konusunda nasıl taviz beklenebilir ki?”
Gerçekleri gören Avrupalı politikacılar da var tabii. İngiltere’nin eski Dışişleri Bakanlarından Jack Straw’ın Times’a gönderdiği yazıyı birkaç gün önce gördük. Straw orada sözü açık açık, “Bazıları Kıbrıs’ı Türkiye’ye karşı utanmadan kullanıyor” demeye getiriyordu.
Bu arada, Avrupa ve ABD medyasında AB’nin üyelik konusunda Türkiye ile oyun oynamaktan vazgeçmesi gerektiğini belirten yazılar da artıyor. Bu da gösteriyor ki, Füle’nin sözünü ettiği “tren kazası” olasılığı, Türkiye’nin artan uluslararası önemini anlayan ve dünyadaki yeni dengeleri kollayan Batılı siyasetçilerle stratejik planlamacıları da endişelendiriyor.
Umarız bu kişilerin görüşleri hâkim gelmeye başlar. Yoksa bazılarının “Dikkat edin tren kazası geliyor, kötü olursunuz” şeklindeki korkulu ifadelerinin Ankara üzerinde, üstelik Türk kamuoyunun AB konusundaki inancını yitirdiği bir sırada, çok da fazla etkili olacağını sanmıyoruz.