Bu satırların yazıldığı sırada KKTC’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçları henüz açıklanmamıştı. Buna karşın beklentiler ilk turu Başbakan Derviş Eroğlu’nun kazanacağı varsayımı üzerine kuruluydu. Asıl merak edilen ise Eroğlu’nun bu işi ilk turda bitirip bitiremeyeceğiydi.
Eroğlu’nun ilk turda kazanamaması halinde, seçimlerdeki tek ciddi rakibi olan Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın ikinci turu kazanma olasılığından söz edenler de vardı. Eroğlu kampı da bu nedenle haftalardır, “yüzde 60 yeter, bu iş ilk turda biter” sloganını tekrarlayıp durdu.
Türkiye ve KKTC’deki ulusalcıların Eroğlu’nun kazanmasını istedikleri aşikâr. Eroğlu’nun seçim kampanyasını başlattığı şölene katıldığımızda, Türkiye’den gelen aşırı sağcı unsurlar da gözümüzden kaçmamıştı. Bu kesim, Annan Planı sürecinden bu yana ciddi bir şekilde kaybedildiğine inandıkları zeminin Eroğlu sayesinde tekrar kazanılacağını düşünüyor.
Liberal kesimin ise, ulusalcıların nefret ettikleri her şeyi temsil eden Mehmet Ali Talat’ı tercih ettiğini söylemeye gerek bile yok. Bu kesime göre Talat’ın benimsediği çözüm yolundan başka gidilebilecek yol yok. Ankara’daki AKP iktidarı da, tarihin ulusalcılar açısından beklenmedik bir tecellisi olarak, ağırlığını bu kez de liberallerden yana koydu.
Denktaş kampının geçmişte Türkiye’de güvendiği isimlerin önemli bir bölümünün Ergenekon davası nedeniyle ya hapiste ya da sindirilmiş olması ise ulusalcılar açısından olumsuz bir diğer gelişmedir. Bu arada AKP iktidarı, varsayıldığı gibi Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde, Eroğlu’ndan nelerin beklendiğini çeşitli vesilelerle ortaya koydu.
Özetle Ankara, Talat’ın yolundan gidilmesini istiyor. Bu nedenle Eroğlu’na sıcak bakmıyor. Eroğlu’nun açmazı da bu noktada başlıyor. Zira KKTC’de siyaseten en güçlü dönemini yaşasa da, Türkiye’deki gelişmeler ve dünyadaki konjonktür nedeniyle bu gücünü istediği gibi kullanamayacak. Güçlü bir oyla seçilse bile siyaseten zayıf konumda olacak.
Eroğlu, KKTC’nin ekonomik olarak Türkiye’ye ne denli bağımlı olduğunu da çok iyi biliyor. Milliyet’te dün KKTC’nin ekonomik gerçeklerine ilişkin güzel bir döküm vardı. Bundan Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye ekonomik bağımlılığı net bir şekilde görülüyordu. Eroğlu açısından AKP iktidarı ile ilişkilerinin en zayıf halkası bu olacaktır.
Asgari ücretin 1.237 TL olduğu KKTC’de, en düşük memur maaşının son düzenlemelerle birlikte 1.500 TL olduğu gerçeği Türkiye’de pek bilinmiyor. Bu rakamlar Rum kesimiyle karşılaştırıldığında tabii ki komik kaçıyor.
Ancak Türkiye ile karşılaştırıldığında kamuoyu açısından çok da komik görünmüyor.
Özetle, “Bu değirmenin suyu nereden geliyor” diye sorulduğunda ortaya KKTC açısından pek de iyi bir görüntü çıkmıyor.
Türkiye’den KKTC’ye ilk kez giden ziyaretçilerin, “Sanayi falan yok. Turizm desen zayıf. Peki o son model Mercedes’lerle BMW’lerin parası nereden geliyor” diye yakınmaları, ne dediğimizi ortaya koyuyor.
Öte yandan bugünün Türkiye’si 10 yıl öncesinin Türkiye’si değil. BM Güvenlik Konseyi’ne üye seçiliyor, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığı’nı elde edebiliyor, özetle dünyadaki itibarı genelde artıyorsa, bunun birçok nedeni arasında, Kıbrıs konusunda çözümden yana sergilediği ciddi iradenin de olduğu aşikâr.
Bu arada Ankara için işin bir de AB ile ilişkiler boyutu var ki, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Eroğlu’na diplomatik ifadelerle, “başımıza iş açma” mesajı gönderdi bile. Bu arada AB’den KKTC’ye dönük bazı rahatlatıcı adımların yolda olduğunu gösteren gelişmeler var.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, KKTC ekonomik ve siyasi açıdan bağımsız olsaydı, Eroğlu’nun seçim zaferinin çok farklı bir anlamı olurdu. Ama mevcut ortamda Eroğlu’nun işi gerçekten zor görünüyor. Zira bu kez karşısında sadece AB ve Güvenlik Konseyi değil, aynı zamanda AKP iktidarı var.