Ermenistan’ın Zürich Protokollerinin meclisteki onay sürecini dondurması, medyamızda bir an için “şok haber” furyasına yol açtıysa da, Dışişleri yetkililerinin “Heyecana mahal yok” kararına varmaları fazla zaman almadı.
Bunun Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na aktarılması, onun da NATO toplantısı için bulunduğu Talin’den Başbakan Erdoğan’ı bilgilendirmesi üzerine, Erdoğan da -Erivan tarafından süreci zora sokan kişi olarak suçlanmasına rağmen- temkinli bir tepki gösterdi.
Sonuçta Erivan, “Ben süreci sonlandırıyorum” demedi. Başbakan Erdoğan’ın “Karabağ önkoşuluna” atıfta bulunarak, “Süreci dondurdum, ama Türkiye protokolleri Meclis’ten geçirirse biz de aynısını yaparız” mesajını verdi.
Bu söylenenler ise malumun ilanından ibaret. Zira süreç Karabağ yüzünden zaten “donmuştu.” Erivan ayrıca defalarca, “Ankara protokolleri onaylamadan önce biz onaylamayız” demişti. Buna karşın Erivan’ın başarılı bir diplomatik manevra yaptığı ortada.
Zira uluslararası camia nezdinde, Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme sürecindeki topu Türk tarafına atmış oldu. ABD’den önceki gün yapılan açıklama da bunda başarılı olduğunu gösteriyor. AB’de de “Bu işi Türk tarafı bozdu” algısının yaygın olduğunu söyleyebiliriz.
Bu arada Türkiye’nin genel yaklaşımı ne Karabağ sorununun çözümüne yaradı, ne de Türkiye’nin “soykırım” töhmetinden kurtulmasına. Aksine, Karabağ’daki açmaz daha da belirginleşirken, “Ermeni soykırımı” bu yıl dünyada daha büyük bir kararlılıkla anılıyor.
Oysa Başbakan Erdoğan, gerekli iradeyi sergileyerek kendi hükümetinin müzakere ettiği bu protokollerin arkasında durabilseydi, ayrıca Bakü’deki liderliği de gidilebilecek başka yol olmadığı konusunda ikna edebilseydi, bugün daha olumlu şeyleri konuşuyor olacaktık.
Fakat Erdoğan Azerbaycan’dan gelen tepkiler üzerine yelkenleri hemen suya indirdi. Ermenistan ile normalleşme süreci de fiilen o anda “dondu.” Bugün gelinen noktadaki asıl ilginç gelişmeler ise Azeri tarafında oluyor. Bakü, bu konuda takındığı olumsuz tutum nedeniyle uluslararası düzeyde yalnızlaşıyor. Son gelişmeler bunu açıkça gösteriyor.
Her şeyden önce, Cumhurbaşkanı Aliyev’in Zürich Protokolleri nedeniyle Ankara’ya kızıp Rusya’ya dönmesi bir şey sağlamadı. Bakü, “Ortak Savunma Antlaşması Teşkilatı” çerçevesinde ayni askeri blokta yer alan Rusya ile Ermenistan arasındaki ilişkiyi azımsadı.
Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ı Kremlin’de daha yeni kabul eden Rusya Devlet Başkanı Medvedev’in sözleri de Bakü’de hayal kırıklığı yarattı. Sarkisyan’ı kucaklayan Medvedev, “Görüşmelerimizin sıklığı başkalarını kıskandırabilecek boyutta. Yakın ilişkimiz ülkelerimiz arasında güven ve işbirliğinin pekiştirilmesine yaradığı gibi, stratejik ortak olduğumuzu da teyit ediyor” diye konuşmuştu.
Aliyev için diğer bir şok, Washington’daki “Nükleer Güvenlik Zirvesi”ne davet edilmemesi oldu. Amerikan basınına göre Obama yönetimi, zirve sırasında yapılması planlanan Erdoğan-Sarkisyan görüşmesini bozmaması için Aliyev’i davet etmedi.
Bakü de bunun üzerine, ABD ile yapılması planlanan bir askeri manevrayı iptal ederek tepkisini gösterdi. Ardından Aliyev’in Dış Politika Danışmanı Nevruz Memedov Washington’u uyardı.
Azeri APA ajansına konuşan Memedov, ABD’nin Erivan’ı tuttuğunu ve Türkiye’yi Ermenistan’la yakınlaşmaya zorladığını söyleyerek, “ABD, dünyanın kritik bir bölgesindeki en önemli ve güvenilir müttefiklerinden birini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya” diye konuştu.
Hem Rusya’dan hem de ABD’den umduğunu alamayan Aliyev bu kez İran’a döndü ve Tahran’ın Karabağ konusunda arabulucu olma teklifini kabul ettiğini açıkladı. Bu da tabii ki içi boş olan bir hamle. Kaldı ki Azerbaycan için burada da sorun var, çünkü İran da Ermenistan ile adeta stratejik ilişkileri olan bir ülkedir.
Özetle, Bakü duygularına teslim olmadan Ankara ile birlikte hareket edebilseydi Kafkasya’daki genel durum bugün çok farklı olabilirdi.