Almanya Başbakanı Angela Merkel’in bugün başlayacak iki günlük resmi ziyareti öncesinde nefesler tutuldu. Ankara’da yapılacak Türk-Alman görüşmelerinin sıkıntılı geçeceğine dair işaretler de artıyor.
Sonuçta her iki tarafta pozisyonlarında son derece kararlı görünen iki liderden söz ediyoruz. Geçen hafta bir grup Türk gazeteciyle birlikte kendisiyle yaptığımız görüşmede Merkel’in kararlılığına bizzat tanık olduk.
Kendisi Türkiye’nin AB üyeliği konusunda herhangi bir geri adım atmıyor. Türkiye ziyaretinde bu konuda bir “güzellik” yapması da söz konusu değil. Tam aksine, konu açıldığında Türkiye için önerdiği “imtiyazlı ortaklığı” tekrarlayacak ve bu ortaklıktan ne anladığını anlatacak.
Özetle Merkel, “Üyelik için müzakere edilen ancak beraberinde kurumsal iç içe geçmişliği getirmeyen fasıllar açısından bir sorun yok” diyor. Bunun da 35 fasıldan 27-28 faslı kapsadığını hesaplamış. Merkel ayrıca, “İster ekonomik, ister güvenlik alanlarında olsun, Avrupa ile Türkiye arasında zaten yoğun işbirliği var. Bunu daha da geliştirmeliyiz” diyor. Kısacası, Başbakan Merkel Türkiye’yi “kurumsal Avrupa”nın “içinde” değil “yakınında” istiyor. Yani Türkiye ile “klinik, fakat işlevsel olan bir mesafe” istiyor.
Ankara ise bu yaklaşımı tümüyle reddediyor. “Verilen sözleri tutmak uluslararası ilişkilerde erdemdir” diyerek, Merkel ve onun gibi düşünenlerden “ahde vefa” istiyor.
Dün gazetelerde, Almanya’da Türk lisesi istemeyen Merkel’e karşı sert sözleri çıkan Başbakan Erdoğan’ın da bunu Almanya Başbakanı’na en yalın şekilde bildirmesi bekleniyor.
Sonuçta Merkel, Türkiye konusundaki katı tutumuyla kendi kamuoyuna nasıl mesaj gönderiyorsa, Erdoğan da aynısını yapıyor. Bunu yaparken içerde farklı kesimler nezdinde puan toplayacağı da kesin. Zira halkta AB’ye fazla güven kalmadığı gibi, Merkel gibilerinin Türkiye’nin itibarı ile oynadıklarına dair kemikleşmiş bir algı da var.
Erdoğan’ın, Merkel’den söz ederken, “Türkiye’nin şamar oğlanı olmadığını” belirtmesi ve “Onların Türkiye’ye karşı bu nefret ve kinini anlamıyorum” demesi de zaten bu algının dışa yansımasıdır.
Erdoğan’ın bu sert sözleri, Ankara’da yapılacak Türk-Alman görüşmelerinin atmosferini de peşinen belirlemiş oldu. Kısacası, iki liderin ne Türkiye’nin AB üyeliği, ne de Almanya’da Türk liselerinin açılması konularında geri adım atma marjları yok.
İki lider arasındaki tansiyonu iyice arttıracak gibi görünen Kıbrıs konusu için de aynısı geçerli. Merkel Kıbrıs konusunda “talepkâr” olacak. Bunun sinyalini ziyareti öncesinde verdi.
Bu çerçevede, “Ankara Protokolü’nü bir an evvel uygulayın ve limanlarınızı Kıbrıs Rum kesiminden gelen gemilere açın” diyecek. Fakat Merkel ağzını açıp “Ankara Protokolü”nü telaffuz ettiği an Başbakan Erdoğan’ın kendisine verebileceği tek yanıt var. O da, “Önce siz Annan Planı için yapılan referandumda, AB’nin istediği gibi oy kullanan Kıbrıslı Türklere verdiğiniz sözleri tutun” diyecek.
Ancak, burada önemli olan Erdoğan’ın bu malum mesajından çok, bunu Merkel’e iletme şekli olacaktır. “Öfkeyi” bir “hitabet şekli” olarak gördüğünü açıklamış olan Erdoğan’ın buradaki yaklaşımı, verilmeye çalışılan mesajdan çok daha belirleyici olacaktır. Bunu aslında tüm konular için söyleyebiliriz. Yani bu ziyaret sırasında da beklenmedik bir “one minute” krizi çıkabilir. Onun için “diplomatik kontrol mekanizmalarının” hazırda tutulması gerekecek.
Tabii, bunun gibi pozisyonlarda kararlı görünen iki lider söz konusu olduğunda, bu mekanizmaların işe yarayıp yaramayacağı tartışılabilir. Nitekim İsrail ile ilişkilerde fazla işe yaramadı. İşte herkes bu nedenle nefesini tutmuş, Erdoğan-Merkel görüşmesinin sonuçlarını bekliyor.
Her şeye rağmen umudumuz, bu görüşmeden tatsız değil, hoş sürprizlerin çıkmasıdır. Çünkü Türk-Alman ilişkileri malum olması gereken birçok nedenden dolayı önemlidir.