Başbakan Erdoğan’ın İsrail’e karşı devam eden ağır salvoları, İsrailli yetkililerde ve Batılı çevrelerde, Türkiye’nin radikal Müslüman-Arap eksenine kaydığına dair inancı pekiştirmeye devam ediyor. Hükümetin yanı sıra, bizler de yorumcu olarak istediğimiz kadar “Eksen kaymıyor, Türkiye’nin ilgi alanı genişliyor” diyelim, bunun fazla ikna edici bulunmadığını görüyoruz.
Konuştuğumuz diplomatlar bu argümanımıza karşın, “Büyüyen Türkiye’nin ilgi alanı genişliyor olabilir, ama Başbakan’ın gönlünün nerede yattığı da bu vesileyle ortaya çıkıyor” diyorlar. Erdoğan’ın son salvosu ise bu açıdan özellikle not edilmiş. Geçtiğimiz günlerde bir Mısır gazetecisine söylediklerinden söz ediyoruz.
İsrail’in İran’a karşı askeri keşif uçuşları için Türk hava sahasını kullandığına dair
bir soruyu yanıtlayan Erdoğan, bunu yalanlamakla kalmamış “İsrail bunu yaparsa deprem gibi bir tepki alır” demiş. Erdoğan’ın bu iddiayı yalanlamasını anlayan ve makul bulan diplomatlar, buna karşın bu soruyu İsrail’e dönük sert bir mesaj için bir fırsat olarak değerlendirmesine anlam veremiyorlar.
Bir Batılı büyükelçinin görüşü şöyle:
“Erdoğan bu soruyu, ‘Doğru değil. Türkiye olarak böyle bir şeye de izin vermeyiz’ şeklinde ortamı bulandırmayacak diplomatik bir yanıt verebilecekken, İsrail’e duyduğu antipatiyi yansıtmak için bu fırsatı da kullanması dikkati çekiyor. ”
İsrail ise, Erdoğan’ın bu genel yaklaşımının “stratejik bir karara” dayandığına inanıyor artık. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Yossi Levy, Erdoğan’ın bu son çıkışından sonra şunları söyledi:
“İsrail’deki izlenim, Türkiye Başbakanı’nın Türkiye’yi Ortadoğu’daki aşırı uçlara yakınlaştırmak için İsrail’e sürekli saldırdığı şeklindedir. Erdoğan’ın açıklamalarına ve ısrarla sürdürdüğü yaklaşımına bakınca, vardığımız sonuç bunun Türk hükümeti için stratejik bir adım olduğu şeklindedir.”
Ankara’daki bazı Batılı diplomatların da aynı kanaate vardıklarını görüyoruz. Bu arada, kendi Dışişleri çevrelerimizin de bu işten rahatsızlık duymaya başladıklarına tanık oluyoruz. Washington Büyükelçisi Nabi Şensoy’un beklenmedik istifasını, bu çerçevedeki birikimin bir sonucu olarak görenler bile var.
Özetle, kendi diplomatlarımız da artık, Erdoğan’ın Ahmedinecad, Ömer el Beşir ve Hamas’a avukatlık yapmasından, bu arada, gerekmediği durumlarda bile, İsrail’e saldırmasından ve böylece Batı basınında, Türkiye’nin dış politikasının “radikalleştirilip İslamlaştırıldığına” dair yorumlara neden olmasından rahatsızlar.
Bu elbette ki Erdoğan açısından herhangi bir sorun teşkil etmiyor. Çünkü memur olarak diplomatlarımızın yapabilecekleri fazla bir şey yok. Özetle, Türkiye’nin geleneksel dış politika yönetimini zorlaştırıyor olması Erdoğan’ı fazla ilgilendirmiyor.
“Monşerler”i çok sevdiği de zaten söylenemez.
Belli ki burada kendi hesabı var. Bu hesabı da zaten Mısırlı gazeteciye itiraf etmiş. İsrail’e karşı neden sert davrandığını anlatırken, kendisini destekleyen seçmenin hislerine karşı gelemeyeceğini söylemiş. Yani dolaylı olarak “Popülizm yapıyorum” demiş.
Güzel de, seçilen liderler bile, iktidara geldiklerinde, büyük görüntüyü görerek seçmeni memnun etmese bile, ülkenin hassas global çıkarlarını gözetmek zorundalar.
Nitekim Erdoğan, “seçmenden” gelen sert tepkilere rağmen, Ermeni açılımını sürdürmüş, ayrıca Kürt açılımını sürdürmeye kararlı olduğunu söylemiştir.
Erdoğan dış politikada ülkenin global çıkarlarına hizmet ettiğine inanıyor olabilir tabii. O zaman, Türk dış politikasının yönü hakkında içeride ve dışarıda beliren soru işaretlerine neden olmasının “stratejik sebeplerini” de açıklarsa memnun olacağız.