Artık Time dergisine kapak konusu olacak kadar uluslararası üne kavuşan Başbakan Erdoğan’ın her sözü dışarıda etki yaratıyor. Bu nedenle “3. Karadeniz Enerji ve Ekonomi Forumu”nda önceki gün yaptığı ve “Libya’da iştahı kabaran” Batı’yı “Suriye’de sessiz kalmakla” suçlaması diplomatik çevrelerde kafa karıştırdı.
O kadar ki, “Başbakan Erdoğan satır aralarında Batı’nın Suriye’ye karşı, Libya’da olduğu gibi, askeri operasyon mu istiyor?” sorusunu soranlar bile çıktı. Genel kanaat ise Erdoğan’ın yine “Batı üzerinden popülizme yöneldiği” şeklinde. Yoksa Batı’nın Suriye konusunda sessiz falan kaldığı yok.
Şayet sessiz kasaydı, Türkiye ile Arap Birliği üyeleri Batı’nın Suriye’ye karşı bir askeri operasyon düzenlenmesine karşı olduklarını açıklamazlardı. Bu arada Türkiye Şam’a karşı yaptırımlar konusunda karmaşık sinyaller vermeye devam ederken, AB’nin ve ABD’nin bu konuda Ankara’nın ilerisinde oldukları da malum.
Erdoğan elbette ki Libya’da olduğu gibi Suriye’de de “petrole susamış sömürgeci Batı” kartını oynamaya çalışıyor. Ancak Türkiye’nin 10 milyarlarca dolarlık çıkarının söz konusu olduğu Libya’ya, Erdoğan’ın savunduğu gibi, sadece “insani amaçla” ilgi gösterdiğine inanmak da zor.
Erdoğan’ın “NATO’nun Libya’da ne işi var” dedikten sonra bu konuda büyük bir “U dönüşü” yapması da hâlâ hafızalardadır. Sonuçta Türkiye de, aynen muhaliflere verdiği erken destek nedeniyle Libya’da kendisine iyi bir konum sağlayan “emperyalist Fransa” gibi, o ülkedeki maddi çıkarlarını düşünmek zorunda olduğunu gördü.
Özetle Erdoğan’ın, isim zikretmese de, tekrar Batı’yı hedef aldığı belli olan son suçlaması gerçek durumu yansıtmıyor. Buna karşın Türkiye’nin “insani” boyutu önemsediğini vurgulamasına rağmen, halkını ezen Beşar Esad ile Baas rejimine şu anda açık destek veren İran, Rusya ve Çin’i eleştirmemesi dikkat çekiyor.
Bu ülkeleri eleştirmemin Türkiye’deki popülist getirisinin “Batı’ya çakmak” kadar yüksek olmadığı kesin. Ankara sonuçta Sincan olaylarında bile Çin’i eleştirmekten çekinmiş, bir AKP bakanı “Çin mallarını boykot edelim” demesi üzerine gelen tepkiler nedeniyle hemen geri adım atmıştı.
Moskova’nın Kıbrıs Rum kesimine hem Annan Planı sürecinde, hem de şimdi yaşanan Doğu Akdeniz’de gaz arama krizinde güçlü destek vermesinin Erdoğan ve hükümeti tarafından eleştirildiğini ise duymuş değiliz.
Öte yandan Dışişleri çevreleri, Türkiye’nin Bahreyn’deki azınlık Sünni yönetimini, Şii çoğunluğa karşı işlenen “insanlık suçları” konusunda diplomatik kanallardan uyardığını belirtiyorlar ki bu doğrudur. Ancak ne Erdoğan’ın, ne de Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Bahreyn konusunda, Suriye örneğinde gördüğümüz türden açıklamalar yaptıklarını duymuş değiliz.
Suriye politikası nedeniyle Ankara’ya ateş püsküren İran’ın eski Dışişleri Bakanı Manuçer Muttaki de zaten, birkaç gün önce yaptığı bir açıklamada, AKP iktidarını “Suriye halkını desteklediğini savunurken, hükümetlerinin tiranlıklarına karşı gösteri yapan Yemen ve Bahreyn halklarını desteklemiyor” diye suçladı.
Erdoğan’ın Batı’ya karşı sık sık “emperyalist” suçlamasını kullanmasının mevcut ortamda Türkiye açısından sakıncalı olduğunu da tekrar vurgulamak gerekiyor. Türkiye’nin artık Suriye’deki rejimin değişmesini istediğini gösteren mevcut politikasına kızanlar, asıl Ankara’yı “yeni Osmanlıcı emperyalist emeller beslemekle” suçluyorlar.
Bu suçlamalar da Batı’dan ziyade bölgemizdeki bazı rejimlerden ve kesimlerden geliyor.
Türkler olarak bir türlü kabullenemiyoruz ama bizim geçmişimizin de, en az Fransız ve İngilizlerin geçmişi kadar “emperyalist” olduğunu görmemiz gerekiyor. Yoksa Viyana kapılarına kadar dayanmış olan Osmanlı İmparatorluğu ismindeki “imparatorluğun” ne anlama geldiğini göz ardı etmiş oluruz.
Uzun lafın kısası Başbakan Erdoğan Batı’ya dönük popülizm amaçlı bu suçlamalarından vazgeçmeli. Zira bunu yaparken Türkiye adına ortaya çıkardığı çelişkili görüntüleri kendisi ve hayranları görmeyebilirler, ama dünya görüyor.