2010’a girmeye hazırlandığımız şu sıralarda insanın aklına Çinlilere atfedilen eski bir söz geliyor. Sevmediklerine kötülük dilerken Çinliler “Umarım ilginç zamanlarda yaşarsın” derlermiş.
Bu lanetin nedeni de malum. Hayatın tanıdık ve alışılmış seyrinde ilerlemesi insana huzur verir. Öte yandan, “ilginç gelişmeler” derken alışık olmadığımız olayları kastederiz. Bunların rahatı bozma potansiyeli de yüksektir.
Nitekim bir gazeteci İngiltere’nin eski başbakanlarından Harold Macmillan’a emekliliğinde, “Uzun kariyeriniz boyunca sizi en çok yoran ne oldu?” diye sormuş. O da, “Olaylar, dostum, olaylar. Beni en çok olaylar yordu” diye yanıtlamış.
Bu açıdan baktığımızda, Türkiye’nin yeni yıla huzurlu ve özgüvenli bir şekilde girdiğini söylemek pek mümkün değil. Zira 2009’da ortaya çıkan ve birbirinden ilginç olan olayların arkası bir türlü kesilmiyor.
Her gün ezber bozan yeni bir gelişme yaşıyoruz. Bu arada, 2009 yılında ortaya çıkan alışılmadık gelişmelerin neredeyse hepsi şu anda sürüncemede. İç siyasette bunların başını elbette ki “Ergenekon Davası” ile “Demokratik Açılım” (Yani Kürt açılımı) çekiyor. Her iki konuda 2009’da çok şey yaşandı, ancak toplumu huzura kavuşturacak sonuçlara henüz varılamadı.
Bu konulardaki düğümlerin 2010 yılında çözülüp çözülemeyeceğini ise yaşayarak göreceğiz.
Son 12 aydır yaşadığımız gelişmelere baktığımızda, toplumda derin fay hatları ve kırılma noktaları yaratmış olan bu konuların yeni yılda çözülmeleri açıkçası zor görünüyor.
Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin yaşamakta olduğu “postmodern iç savaş”ın yeni yılda daha da derinleşerek devletin çeşitli kurumları arasında açık mücadeleye dönüşmesi hafife alınabilecek bir olasılık değil. Durum dış politika açısından da çok farklı değil.
AB müzakerelerindeki yavaş ilerleme, AB perspektifimizin artık ayrılmaz bir boyutu olan, fakat fazla umut vermeyen, Kıbrıs müzakereleri ve sürüncemede kalma emareleri gösteren Ermenistan açılımı derken, bu konulardaki düğümlerin de yeni yılda nasıl çözüleceği meçhul.
Israrlı partizanlıktan arınmış bir meclisimiz olsaydı, yani siyasi partilerimiz ülkenin uzun vadeli selameti için, sıraladığımız konularda günün ihtiyaçlarına yanıt veren yeni bir anayasal düzen için beraber çalışsalardı, durum elbette ki farklı olurdu.
Ancak bunu dilemenin çıkmayacak duaya amin demekten farklı olmadığını artık halkımız öğrendi. Özetle, siyasi hayatımız 2009’da da “Benden sonra tufan” veya “Bana varmayacaksa ölsün” anlayışından sıyrılamadı.
Sorun, tabii ki, Türkiye’nin homojen bir toplum olmamasından kaynaklanıyor. Yani “Tek tip Türk insanı ve tek tip Türkiye modeli” geride kaldı. Saati geriye çevirmek de mümkün değil artık. Sadece ileriye doğru gitmek mümkün.
Bunu yaparken, heterojen yapımızdan gelen farklılıklarımızın eritilebileceği tek pota ise demokrasi, insan hakları ve azınlık hakları potasıdır. Geçmişte Türkiye’nin kalkınmasını geciktiren ve ortak refah düzeyinin adil bir şekilde artmasını engelleyen şey ise bu konulardaki bariz eksikliklerimiz olmuştur.
Uzun lafın kısası, “postmodern iç savaş” diye tanımladığımız olgunun 2010 yılında da kendisini var gücüyle hissettireceğini düşünüyoruz. Bu nedenle de yeni yıla girerken gerekli olan heyecan ve hevesi duyamıyoruz.
Mevcut sorunların da önümüzdeki 12 ay içinde çözülebileceğini sanmıyoruz. “Çin laneti”ni anımsatan bu karamsar tabloya rağmen, ez azından özel hayatlarında başarılar elde etmeleri temennisiyle, tüm okurlarımın yeni yılını kutlarım.