Doğu Akdeniz’de petrol ve gaz rezervlerinin keşfedilmesinin ardından yaşanan gelişmeler, Türkiye ve KKTC’ye bölgede Kıbrıs sorunu bağlamında zemin kaybettireceğe benziyor. Ankara gerekli girişimlerde bulunuyorsa da gelişmeleri uluslararası camianın kabul edeceği bir şekilde durdurabileceği kuşkulu görünüyor.
Kıbrıs Rum yönetiminin 17 Aralık’ta İsrail ile “Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Sınırlandırma Anlaşması” imzalaması üzerine basınımızın konuya ilgisi arttı. İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gaby Levi’nin dışişlerine çağrılarak uyarılması üzerine bu ilgi daha da arttı.
Oysa, Kıbrıs Rum kesiminin Mısır ve Lübnan ile benzeri anlaşmalar imzalaması bu kadar dikkat çekmemişti. Ankara, o ülkelere daha yumuşak tepki vermişti. Levi ile görüşmeden sonra yapılan açıklamada şunlar belirtiliyordu:
“Dışişleri Bakanlığı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile İsrail arasında imzalanan MEB Anlaşması’nın Kıbrıs’ta kapsamlı çözüm görüşmelerinin seyrini menfi etkileyeceğini belirterek, başta bölge ülkeleri olmak üzere uluslararası toplumdan GKRY’nin tek taraflı hareketlerine destek verilmemesinin beklendiğini bildirdi.”
Suriye’ye örtülü uyarı...
Burada İsrail üzerinden Mısır ve Lübnan’a, hatta Rum kesimi ile benzeri bir anlaşma için müzakereler yürüttüğü söylenen Suriye’ye de örtülü bir uyarı var. Ancak, AKP iktidarı İsrail’i ön plana çıkarmayı tercih etmişe benziyor. Dışişleri açıklamasında şu dikkat çekici cümle de var:
“Söz konusu MEB Anlaşması’nın konu aldığı deniz alanlarında ülkemizin bir hak iddiası bulunmamaktadır. Ülkemiz konuya Kıbrıs meselesi bağlamında yaklaşmaktadır.”
İsrail ise meselenin “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile kendi arasında bir konu olduğunu, Türkiye’nin buna müdahale etme hakkının bulunmadığını vurgulayarak Ankara’nın protestosunu reddetti.
Türkiye’nin burada karşı karşıya olduğu sıkıntı Dışişleri Bakanlığı açıklamasında bile görülüyor. Türkiye, ilgili alanlarda hak iddia etmiyor fakat, “GRKY” ile var olan sorunları nedeniyle başkalarının bu alanlardan uzak durmasını istiyor.
Ancak, seslendiği ülkeler için “GRKY” diye birşey yok. Onlar için sadece, uluslararası camia tarafından tanınan, diplomatik, siyasi ve ekonomik ilişkiler içinde bulundukları, ayrıca BM ve AB üyesi olan bir “Kıbrıs Cumhuriyeti” var.
Üstelik bağlantısızlar hareketinin kurucularından olan ve Filistin davasına başından beri verdiği destek nedeniyle Arap ülkeleriyle çok yakın ilişkileri olan bir “Kıbrıs Cumhuriyeti”nden söz ediyoruz.
Türkiye, bu nedenle KKTC için Arap aleminin desteğini bugüne kadar sağlayamamıştır. Arap ülkeleri Kıbrıs’ın bölünmesinin sonra bile Rum kesimi ile diplomatik ilişkilerini kesmediler.
Lübnan-İsrail deniz sınırı ihtilafı...
“Kıbrıs Cumhuriyeti” ile imzalanan MEB Anlaşması’nın Lübnan Meclisinde onay için bekliyor olması ise Türkiye’nin girişimlerinden kaynaklanmıyor. Lübnan ile İsrail arasındaki deniz sınırı ihtilafından kaynaklanıyor.
Bu durumda Türkiye’nin ilgili alanlarda petrol ve gaz aramalarını durdurması için tek yol var. Bu da “casus belli” ilan edip askeri müdahalede bulunmasıdır. Bu ise Türkiye’yi uluslararası düzeyde tümüyle yalnız bırakacak nitelikte bir gelişme olacaktır.
Bunları burada söz konusu ülkelerin doğru yaptıklarına inandığımızdan dolayı söylemiyoruz. Müslüman Arap ülkeleri Filistinlilere gösterdiklerini iddia ettikleri desteğin yarısını Müslüman Kıbrıslı Türklere göstermiş olsalardı bölgedeki durum bugün çok farklı olurdu.
Bunları söylemekle okuyucuya durumun bir fotoğrafını sunmaya çalışıyoruz. Doğu Akdeniz’de de bu konu yüzünden bir kriz yaşanırsa - ki muhtemeldir- o noktaya nasıl gelindiğinin bilinmesinde yarar var diye düşünüyoruz.
Öte yandan, işin içindeki bir “ironiden” söz etmeden yazıya son veremeyeceğiz.
Hiçbir Arap ülkesi KKTC’ye yatırım yapmazken İsrail çekinmeden yatırım yapan ülkelerden biriydi.
Bunun devam edip etmeyeceğini bilemiyoruz. Ancak, son KKTC ziyaretimizde Kıbrıslı Türklerin İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bozulmasından endişe duyduklarını görmüş ve bunu bu sütunumuzdan duyurmuştuk. İşin bir de bu boyutu var.