Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ankara’da yapılan Küresel Terörizm ve Küresel İşbirliği Sempozyumu sırasında Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ ile biz de sohbet etme fırsatını bulduk. Konuştuklarımız ise daha çok medya üzerineydi.
Basından da takip edileceği gibi, bu konuda kendisinin eleştirel bir yaklaşımı var. Bazı şeylerin iyi araştırılmadan yazıldığına inanıyor. Genelkurmay Başkanlığında bu konuda bir rahatsızlığın olduğu aşikâr.
Biz de kendisinin, sempozyumdaki konuşması sırasında, terörle mücadelede istihbaratın etkin olması için zamanlı olmasının gereği üzerinde durduğunu anımsattık. Medya için de aslında benzeri bir durumun söz konusu olduğunu belirttik.
Genelkurmay Başkanlığı’nın en üst düzey yetkililerinin “Bize sorun” şeklindeki açıklamalarına değinerek, bunu geçmiş yıllarda bizzat sınadığımızı söyledik. Ancak, Genelkurmay’ın ilgili biriminden çoğu kez zamanlı ve tatminkâr yanıtlar alamadığımızı ifade ettik.
Bu çerçevede, “üç gün sonra gelen bir yanıtın terörle mücadelede geç gelen istihbarat gibi, hızlı bir alan olan habercilik açısından fazla bir şey ifade etmediğini” vurguladık. Org. Başbuğ bu konuda bize katıldı. Bilgi akışıyla ilgili sistemi bugüne kadar istedikleri gibi oturtamadıklarını kabul etti.
Gerçekten de, bu bilgi akışı kanalları açılmadıkça Türkiye’de son dönemde yaşanan bazı şeylerin kaçınılmaz olduğunu düşünüyoruz. Zira herkesin hoşuna gitmese de, artık bir “açık toplum” olduk. Yani haberler engellenmeye çalışılsa bile bu artık mümkün değil.
“Pandora’nın Kutusu” açıldı ve konu ne olursa olsun, bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu da demokrasimiz açısından çok olumlu bir gelişmedir. Zira demokrasinin temel göstergelerinden biri “bilgi edinme hakkıdır.”
Burada medyaya da düşen büyük sorumluluklar var elbette ki. Örneğin istihbaratı en az iki kaynağa doğrulatmak ve haberde adı geçen kişilerle kurumlara görüşleri için ulaşmaya çalışmak gibi.
30 yıldır bu meslekte olan biri olarak bunun her zaman yapıldığını söyleyemeyiz. Ama buna neden olan sebeplerden biri de, yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi, bazı kanalların kapalı olması veya gereğinden fazla yavaş çalışması. Genelkurmay Başkanlığı gibi hassas bir kurumun her bilgiyi veremeyeceğini elbette ki biz de biliyoruz. Fakat demokrasilerde medyadan kaçış yok. Aslında Orgeneral Başbuğ’un bize söylediklerini anlıyoruz. Türkiye gibi büyük bir coğrafyası olan bir ülkede 1500 ayrı birliğin görev yaptığı dağlarda cereyan eden her hadise hakkında anına bilgi temin etmek mümkün olmuyor.
Bu tür zorlukları her rasyonel insan anlar. Buna karşın, askeri kanatta bu hallerin dışındaki konularda da adeta içselleştirilmiş bir çekingenliğin varlığı inkâr edilemez. Oysa akredite gazetecilerle açılacak hızlı kanallar burada elzemdir.
O sırada Genelkurmay’a belli bir olay hakkında tüm bilgiler ulaşmamış olsa bile, doğru bilgi gelene kadar bu kanallar sayesinde halkın kafasını karıştıran gelişi güzel haberlerin çıkmasının önü kesilebilir. Türkiye’de demokrasi geliştikçe, Türk Silahlı Kuvvetleri de bu demokrasiye tümüyle entegre oldukça, bu konunun daha da önem kazanacağı kesin.
Bu arada, bir konuda Org. Başbuğ’a katılıyoruz. Medyanın da zaman zaman iğneyi kendisine batırmasında yarar var. Açıkçası bazen televizyonlardaki akşam bültenlerini izlerken, haber sektöründe mi, yoksa eğlence sektöründe mi çalıştığımızı anlayamıyoruz.
Örneğin kendi içinde yeterince dramatik olan bir haberin, “şok” veya “skandal” ifadeleriyle bezenerek ve habercilikle ilgisi olmayan efektler ve müziklerle donatılarak daha da dramatik veya melodramatik hale getirilmeye çalışılmasına anlam veremiyoruz.
Bu sorun tabii ki Türkiye’ye mahsus değil. Zaten bu yöntemleri çoğu kez dışarıdan alarak taklit ediyoruz. Bunları televizyonculara yaptıran da elbette ki “reyting canavarı.” Ama bu yapıldıkça, dediğimiz gibi, habercilik ile eğlence sektörü birbirine karışıyor.
Sonunda neyin gerçek, neyin hayal olduğunu anlamak zorlaşıyor, Türkiye’de olduğu gibi.