Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Libya konusunda başından beri karışık sinyaller vermesine rağmen Başbakan Erdoğan, Mekke’deki Ümmül Kur’a Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada çok doğru olan bir şey söyledi. Bölgedeki son gelişmelere atıfla, “Neden sorusunu başkalarına sormadan önce dönüp kendimize soralım. Neden bu haldeyiz sorusunun cevabını kendimizde, kendi nefsimizde arayalım” diye konuştu.
Biz de şu soruyu ekleyelim: Dünyanın en zengin ve verimli petrol rezervlerine sahip sadece 6,5 milyon nüfuslu bir ülke olan Libya, bugün niçin Kuzey Afrika’nın İsviçre’si değil? Bunu engelleyen nedir?
Geri kalmışlık yüzünden hurafelere ve önyargılara boğulmuş olan İslam dünyasının henüz bu sorulara samimi yanıtlar verecek durumda olduğunu sanmıyoruz. Ama bunlar önümüzdeki dönemde önemi giderek artacak olan sorulardır.
Fiili duruma gelirsek, Ankara Paris’teki Libya zirvesine davet edilmemesini hazmedemiyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, bu toplantı için “uluslararası prosedüre uyulmadı” demesi ise, Güvenlik Konseyi’nin 1973 sayılı kararı ışığında, kendi diplomatlarımızı dahi ikna etmiş değil.
Hükümet şimdi, “NATO’yu frenliyoruz” görüntüsü ile kamuoyunu avutmaya çalışıyor. Erdoğan’ın dünkü grup konuşmasından bu konuda net bir sonuç çıkmasını bekledik ama gelmedi. Bu yazı yazıldığında Ankara’nın NATO’daki kesin tavrı ise daha netleşmemişti. Biz yine de, Türkiye’nin tek başına NATO’nun Libya operasyonunu engelleyebileceğine inanmıyorduk.
Zaten operasyonun NATO’ya geçmesini engellemesi, şu anda Ankara’da infial yaratmış olan Fransa’nın işine gelecektir, zira Paris Libya’da üstlendiği önderlik rolünü ittifaka kaptırmak istemiyor. Türkiye ile Fransa’nın, farklı nedenlerle de olsa, NATO operasyonunu birlikte engellemeleri ise gerçekten ilginç bir durum olurdu.
Ankara, 1973 sayılı Libya kararı konusunda çekimser kalan Almanya’ya güvenecek durumda da değildi. Merkel hükümetinin BM’de çekimser kalması Avrupa’da tepkiye yol açmakla kalmadı, iktidar partisini de böldü. Bu arada Yeşiller Partisinin eş başkanı Cem Özdemir bile “Almanya müttefiklerinin yanında yer almalıydı” diye konuştu.
Bu durumda, askeri operasyonda aktif rol üstlenmese bile, Berlin’in NATO’nun Libya harekâtını bloke etmesi çok zor. Bu arada Başbakan Merkel’in, Türkiye’nin davet edilmediği Paris zirvesinde boy gösterdiği de unutulmamalı.
Biz Türkiye’nin kendi güvenlik çıkarlarına zarar vermeden herhangi bir konuda NATO’yu tek başına bloke edebileceğine inanmıyoruz. Bu varsayımımızda yanılıp Ankara’nın Libya konusunda NATO’daki vetosunu kullandığını görürsek, bunun da Batı ile ilişkilerimizde ciddi sonuçları olacağını düşünüyoruz.
Öte yandan Erdoğan’ın, “NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunun tespit ve tescili için oraya girmelidir” veya “Libya operasyonu işgale dönüşmemelidir” şeklindeki sözleri, ittifakın Libya operasyonuna Ankara tarafından yeşil ışık yakılmasının kılıfıdır. Erdoğan’ın bu “önkoşullarının” 1973 sayılı BM kararında zaten yer alıyor olması ise Ankara’nın NATO’daki işini kolaylaştıracak niteliktedir.
Bizce, Kuzey Afrika ile Körfez bölgesindeki gelişmelere hazırlıksız yakalanan, Libya’da inisiyatif alamadığı için dışlanan Ankara’nın artık, etkili olma potansiyeli zayıf olan çıkışlar ve genellemelerden sıyrılıp, Erdoğan’ın Mekke’deki sorusunun yanıtlarını gerçekçi bir şekilde araması daha doğru olacaktır.
Hükümet hala bölgeye “liderlik” yapma konusunda iddiasındaysa, bunu faraziyelere göre değil, dünya gerçeklerine göre yapması gerekecektir. Bu arada, Batı ile her konuda zıtlaşmaya başladığımıza göre, Türkiye’nin nereye ait olduğuna da karar verip, o doğrultuda hareket etmesi giderek önem kazanacaktır.
Sonuçta Yemen, Suriye derken bölgedeki “yangın” büyüyor. Türkiye’nin bu gelişmeler karşısında daha fazla diplomatik zemin kaybetmemesi için dış politikada artık doğru ve tutarlı hesaplara ihtiyaç var.