Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Devlet adamları “vizyoner” olabilirler. Fakat “devlet adamlıklarını” ortaya asıl koyan şey ciddi bir kriz sırasında gösterdikleri performanstır. Bu nedenle Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu İsrail ile yaşanan krizdeki performansından dolayı kutlamak gerekiyor.
Bize göre Sayın Davutoğlu, bu krizde salt parti çıkarlarını kollayan bir “iktidar aklı” ile değil, Türkiye’nin global çıkarlarını kollayan bir “devlet aklı” ile hareket etmiştir.
Buna karşın, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in, somut delil yokken, İskenderun’daki PKK saldırısı ile İsrail’in Gazze’ye giden yardım konvoyuna yaptığı saldırı arasında bağ kurması “iktidar aklının” bir yansımasıdır.
Çelik, PKK saldırısından sonra AKP’ye karşı özellikle şehit cenazelerinde ortaya çıkacak tepkilerin dozunu bu yoldan hafifletmeye çalışmıştır. Davutoğlu ise bu iki olay arasında bir bağlantı olduğunu kanıtlayacak delillerin olmadığını söyleme cesaretini gösterebilmiştir.
Aslında Davutoğlu’nun İsrail saldırısından sonra yaptığı tüm açıklamalarda bu devlet aklını görmek mümkün. Kendisi bu krizin başından itibaren kararlı, ölçülü, dayanaklı fakat fevri olmayan makul bir yaklaşım sergilemiştir.
Güvenlik Konseyi’nde İsrail’i “korsanlıkla” suçlamasının bile sağlam dayanağı vardı. Bunu da, 1583-1645 yılları arasında yaşamış olan ve deniz hukukunun babası sayılan Hollandalı Hugo Grotius’un “Mare Li Berum” yani “Açık Deniz” ilkesi sağladı.
Davutoğlu, ABD başta olmak üzere, Batılı ülkelerin bu ilkeye atfettikleri önemi bildiği için, İsrail’in yardım konvoyuna saldırısını açık denizlerde gerçekleştirmiş olmasını başarılı bir şekilde kullandı.
Sonuçta, dünyanın Somalili korsanlarla boğuştuğu bir sırada, kimsenin İsrail’in açık denizlerde silahsız bir gemiye karşı gerçekleştirdiği yasa dışı ve ölümcül bir askeri eylemi tasvip edecek hali yoktu.
Böylece, Washington Ankara’nın istediği kınama tasarısını engellemiş olsa da, Türkiye, Güvenlik Konseyi’nden yine de İsrail’in kınandığı bir “Başkanlık Açıklaması”nın yayınlanmasını sağladı.
“Devlet aklından” söz ederken burada bir parantez açıp, Fethullah Gülen’in Wall Street Journal’a verdiği söyleşide, konvoyun İsrail’den izinsiz olarak Gazze’ye gitmesini tasvip etmeyen ifadeler kullanmasının da son derece ilginç olduğunu vurgulamalıyız.
Bazıları kuşkusuz “ABD Fethullah’ı işte bu günler için besliyor” diyecektir. Ancak işin o kadar basit olduğunu sanmıyoruz. Devletin bazı birimleri gibi Gülen’in de, bu konvoyun oluşturmaya çalıştığı emsalin ilerde Türkiye’ye karşı başka bir şekilde kullanılmasından endişe ettiğini tahmin ediyoruz.
Yani burada da “devlet aklının” bir yansıması olduğunu düşünüyoruz. Bu da bizi, kuşkusuz Davutoğlu’nun zihnini de karıştıran, bir hususa getiriyor. Zira ortada yanıtlanması gereken çok vahim bir soru var. O da şu:
Türkiye gibi hassas coğrafyada bulunan, dört kıtada çıkarları bulunan ve dünyanın 15’inci en büyük ekonomisi olmakla övünen önemli bir ülkenin, bir sivil toplum kuruluşu tarafından bir savaşın eşiğine sürüklenmesine nasıl izin verildi?
Öte yandan, “Davutoğlu’nun bu kriz sırasındaki sözlerinde hiçbir kusur bulmadık” da diyemeyeceğiz tabii. Özellikle bir husus, Ankara’nın önümüzdeki günlerde yaşayacağı bir soruna işaret ediyor.
Davutoğlu, Güvenlik Konseyi’nin “uluslararası bir soruşturma çağrısında bulunduğunu” söyledi. Oysa “Başkanlık Açıklaması”nın metni okunduğunda, bunun tam da öyle olmadığı görülür.
Metinde sadece “uluslararası standartlara uygun” bir soruşturma çağrısı var. Washington ise soruşturmanın İsrail tarafından yapılmasını istediğini duyurdu bile.
Ancak bu husus nedeniyle Sayın Davutoğlu’nu fazla eleştirmiyoruz.
Soğukkanlı ve sağduyulu bir tutum içinde olsa da, kendisine yine de siyaset yapabilmesi için belli bir esneklik tanınması gerektiğine inanıyoruz. Davutoğlu’nu asıl eleştirdiğimiz konuyu ise bir sonraki yazımıza bırakıyoruz.