Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Hükümet yetkililerimizin Hamas ile görüşmesi, Türkiye açısından artık “harcıâlem” bir olaydır. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun pazartesi günü Şam’da Hamas’ın sürgündeki lideri Halit Meşal ile görüşmesinin bu nedenle çok da önemli bir özelliği olmadığı düşünülebilir. Ancak Davutoğlu’nun Şam ziyareti açısından Batı’nın dikkatini asıl çeken şey gene de görüşme oldu.
AKP’nin Hamas ile bir “gönül bağı” olduğu aşikâr. Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin yönetimine karşı çok fazla sevgi duymadığı da biliniyor. Fakat Türkiye açısından burada bir sorun var. Bunun ucu da kendi terör ile mücadelemize olumsuz anlamda dokunuyor.
İsrail bir yana, ABD, AB ülkeleri; Japonya, Kanada, Ürdün ve Avustralya da Hamas’ı “terör örgütü” olarak tanımlamış bulunuyorlar. Bu durumda, örneğin Washington’dan bakıldığında, Davutoğlu’nun Meşal ile görüşmesinin yarattığı tepki, Fransız Dışişleri Bakanı Kouchner’in Murat Karayılan ile yapacağı olası bir görüşmenin Ankara’da yaratacağı tepkiden farklı değildir.
AKP çevrelerinin hiç de hoşuna gitmese bile yalın gerçek budur. Bu da bizi başka bir tespite getiriyor. Uluslararası terörle mücadelede en tehlikeli şey, bir tarafın “terörist” olarak tanımladığı bir örgütü, başkasının “hak için mücadele veren bir örgüt” olarak görmesidir.
Sonuçta -ister haklı, ister haksız olsun- Türkiye’nin Hamas’ı bir “terör örgütü” olarak görmemesi, Ankara’nın terörizmle mücadele konusunda Batılı ülkelere karşı yönelttiği suçlayıcı argümanları erozyona uğratıyor. “Tek perspektifli” Türkiye’de pek öyle görülmez, ama başkalarına karşı sık sık kullandığımız “çifte standart” suçlamasının sonuçta “çift uçlu bir araç” olduğunu unutmamak gerekiyor.
Burada bazıları “Rusya Devlet Başkanı Medvedev de Meşal ile görüşüyor” diye çıkışacaklar ki, bu doğrudur. Fakat işin içinde gözardı edilen önemli bir ayrıntı var. Rusya, PKK gibi Hamas’ı da bir “terörist örgüt” olarak tanımıyor. Bu politikası yanlış olsa bile, Moskova kendi içinde tutarlı davranıyor.
PKK konusunda bir parantez açacak olursak, Rusya Küreselleşme ve Sosyal Hareketler Enstitüsü Müdürü Boris Kagarlitski’nin 14 Temmuz’da Cihan Haber ajansına verdiği demeç bu açıdan çok ilginç.
Kagarlitski’ye göre PKK’nın Moskova tarafından “orduya karşı savaşan bir gerilla örgütü” olarak değil de “terörist örgüt” olarak tanınması için çoluk çocuk, kadın yaşlı farkı gözetmeksizin sivil hedeflere saldırıyor olması gerekiyor. Kagarlitski, Çeçen militanların bu nedenle Rusya tarafından “terörist” olarak görüldüğünü söylüyor.
Bize göre son derece garip olan bu argüman doğru ise, “Medvedev de Meşal ile görüşüyor” argümanı Türkiye açısından “destekleyici bir emsal” olmaktan çıkıyor ve terörle mücadele açısından manidar bir hal alıyor.
Bu arada, “Norveç de Hamas ile görüşüyor” denebilir ki bu da doğrudur. Ancak, Norveç’in bugüne kadar Ortadoğu’da oynadığı önemli uzlaştırıcı rol, “kim olursa olsun tüm oyunculara eşit mesafede durma” temeline dayanıyor. “Tarafını” artık fazlasıyla belli etmiş olan Türkiye’nin bu açıdan bugünkü durumu ise ortada.
Öte yandan, “Hamas halkın tercihidir” argümanı da Türkiye açısından manidar unsurlar içeriyor. Güneydoğu’daki siyasi ortam düşünüldüğünde, bunun neden manidar olduğunu anlamak için fazla hayal gücü gerekmiyor.
Sonuçta şunu hatırlamakta yarar var. ABD başkanlarından Ronald Reagan’ın zamanında, Nikaragua’daki Sandinista-Kontra mücadelesi çerçevesinde benimsediği “bir adamın teröristi başka adamın özgürlük savaşçısıdır” söylemi uzun vadede Washington açısından ters tepmiştir.
Özetle, “gönüllerde yatan aslanları” beslemek kolay, ancak bunun neden olduğu dinamikleri kontrol etmek her zaman kolay olmuyor. Türkiye gibi karmaşık bir coğrafyada farklı dengeleri kollaması gereken bir ülkenin bu konularda daha tutarlı olması gerektiğine inanıyoruz.