Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Devlet Bakanı Zafer Çağlayan geçen hafta Çin Ticaret Bakanı Chen Deming’i ağırladı. Çin’in dünya ekonomisindeki yeri düşünülürse, bu öyle hafife alınacak bir ziyaret de değildi. Ziyaret sırasında iki ülke ilişkileri konusunda son derece sıcak mesajlar verildi. Ankara ile Pekin arasında adeta sevgi rüzgârları esti.
Gazetelerden okuduğumuz kadarıyla Çağlayan, Çin’e dönük ihracatımızı artırmak için o ülkenin 1, 2 trilyon dolarlık ithalatını tek tek analiz ettiklerini belirterek şöyle konuşmuş:
“Bana göre en büyük problem biz Çin’i tanıyamadık, Çin de bizi tanımadı, kendimizi tanıtamadık. Şimdi birbirimizi tanımanın, tanıtmanın yoğunlaşması gereken bir dönem. Ben inanıyorum ki Türkiye, bu dev ülkeye 100 milyar dolarlık mal satabilir.”
Çağlayan, Çin firmaları için Türkiye’de bir yatırım, ticaret veya sanayi bölgesi oluşturulması konusunda Deming ile mutabakat sağladıklarını da söylemiş. Ayrıca, tatlı bir sitemle, ‘’Ben Çin firması olsam çoktan Türkiye’ye gelip yatırımımı yapardım. Sizler neyi bekliyorsunuz bilmiyorum” diye konuşmuş.
Hepsi güzel de, ortada bir sorun yak mu burada? Bu kadar çabuk unutmuş olamayız. Bundan sadece altı ay önce Çin’in Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’nde meydana gelen olaylar nedeniyle Çin’e karşı boykot çağrısında bulunan yine aynı Zafer Çağlayan değil miydi?

Neden yakınlaşma görüntüsü?
Dahası, Başbakan Erdoğan da Çin tarafından Uygurlara karşı “adeta bir soykırım uygulandığını” söylememiş miydi? Uygurların davasını Güvenlik Konseyi’ne taşımaya çalışacaklarını sözlerine eklememiş miydi?
Biz de o sırada Erdoğan ve Çağlayan’ı, “gerçekçi olup büyük görüntüye bakın” diye eleştirdiğimiz için, AKP yandaşlarından ve milliyetçilerden çok sayıda “küfürname” almamış mıydık? Peki ne oldu?
Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’nde hayat normale döndü diye mi Çin ile şimdi tekrar yakınlık görüntüsü içindeyiz? Yoksa “Bana göre en büyük problem biz Çin’i tanıyamadık” diyen Çağlayan, dünya gerçeklerini tanımaya mı başladı?
Aslında Uygurların yaşamlarında değişen bir şey yok. Yakın tarihte değişeceği de yok. Burada tek değişen şey, yaz aylarındaki gerginlikten sonra, Ankara ile Pekin arasında tekrar sıcak ilişkilere dönülmüş olmasıdır.
Bu çerçevede şunu da hatırlatmak isteriz. “Uygurların Anası” diye bilinen Rabia Kadir de, Türk kamuoyundaki büyük popülaritesine rağmen, Türkiye’yi bir türlü ziyaret edememiştir.
Hükümetin “istediği zaman gelebilir” demesine rağmen, aslında ilk ziyaret etmesi gereken ülkelerden biri olmasına karşın, Türkiye’ye bir türlü ayak basamamıştır. Bugün de zaten faaliyetlerini, kendisine somut destek veren Amerika’da sürdürmektedir.

‘Gelmesin’ telkini mi yapıldı?
Bu durumda şu soru akla geliyor. AKP iktidarı, Kadir için açıktan “gelebilir” derken, perde arkasında “Şimdi gelmesin Çin ile sorun yaşarız” diye telkinde mi bulundu?
Sonuçta Kadir, bütün sevecen ve anaç görüntüsüne rağmen Çin tarafından “ayrılıkçı teröristlerin başı” olarak görülüyor.
Bunu artık okurun takdirine bırakıyoruz. Fakat burada kesin olan bir şey var. Hükümet, siyasal ve ekonomik açıdan küresel düzeyde en az ABD kadar etkin olan Çin’in dayanılmaz ağırlığına tosladı. Ne sokaktaki Çin aleyhtarı gösteriler kaldı, ne de Çin’e dönük “Vahşet” ve “adeta soykırım işliyor” suçlamaları.
Aksine, Ticaret Bakanı Chen Deming’in geçen hafta gerçekleşen ziyaretinde de görüldüğü gibi, iki taraf “can ciğer, kuzu sarması” halinde geleceğe bakıyorlar.
Bizde dünyaya siyah-beyaz gözlüklerden bakanlar için burada “güç politikası” konusunda bir ders olduğu tartışılamaz. Ankara Çin gibi bir ekonomik ve siyasi gücü sonunda karşısına alamadı.
AKP iktidarı sonunda bunu yapmanın getireceği diplomatik, fakat daha önemlisi ekonomik zararı hesaplayabildi. Bu arada Uygur davasını, Çin’in daimi üyesi olduğu Güvenlik Konseyi’ne de taşıyamadı.
Böylece, bu yaşananlar sayesinde, “Mahkeme heyeti cehennemde toplanıyorsa, şeytanı dava edemezsin” şeklindeki İrlanda sözünün doğruluğu tekrar görülmüş oldu.