Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Gözler bu hafta sonu CHP kurultayı üzerinde yoğunlaşırken, ana muhalefetin 2011 genel seçimlerine dönük umutları da bu kurultaydan çıkacak olumlu sonuçlarla bağlantılı olarak canlanacak. Zira Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde iç mücadelelerini aşabilmiş bir CHP’nin AKP’yi ciddi şekilde zorlama potansiyeline sahip olacağı artık görülüyor.
Tabii bunun tersi de doğru. İç mücadelelerini aşamamış, çatışmaya ve bölünmeye devam eden bir CHP’nin, Türkiye’nin mevcut siyasi realiteleri karşısında, yerinde saymaya mahkûm olduğu da bir gerçek.
Böyle bir CHP hiçbir yere gidemeyecek, en fazla mevcut pozisyonunu daha da gerilemiş bir şekilde olsa bile koruyarak zayıf bir ana muhalefet partisi olmaya devam edecek. Yani meydan yine AKP’ye kalacak.
Başbakan Erdoğan’ın bu durumda neyi umduğunu, bu arada “Baykal dönemini” niçin özlediğini anlamak tabii ki zor değil. AKP’nin toplumdaki güçlü konumunu burada elbette ki azımsamak istemiyoruz. 12 Eylül referandumundan çıkan sonuçlar zaten bu konumu kanıtlıyor.
Muhalefetin inandırıcı ve günün gerçekleriyle uyumlu politikalar üretme konusundaki zafiyeti sürdükçe, AKP’nin birinci parti olmaya devam edeceği de ortada. Ancak Kılıçdaroğlu başkanlığındaki CHP’nin halkın ilgisini, Baykal yönetimindeki CHP’den çok daha fazla çektiği de aşikâr.
CHP’nin AKP’ye ciddi muhalefet etme potansiyeli de zaten buradan geliyor. Fakat bu potansiyelin hâlâ fiiliyata dönüşmesi gerekiyor. Kısacası, CHP’yi desteklemeye hazır olan veya “eski partilerine dönme” arayışı içinde olan seçmenin önemli bir kesimi hâlâ ikna edilmeyi bekliyor.
Bugün başlayacak olan kurultay bu nedenle kamuoyunda ilgi ile izlenecektir. Kılıçdaroğlu da bu nedenle kurultayda, CHP’nin bir “seçkinler partisi” değil de, gerçekten halka dönük bir parti olduğunu göstermek zorundadır.
Kendisi de zaten partinin başına geçmesinden bu yana aş, iş ve yolsuzluk gibi sosyal konulara eğiliyor. Bu da partinin bugüne kadar fazla güven vermeyen “Sosyal Demokrat” aidiyetinin ortaya konması açısından çok önemli. Bu nedenle bizce Kılıçdaroğlu doğru yolda ilerliyor.
Kendi ilgi alanımız açısından baktığımızda Ankara’daki Batılı diplomatların, sırf “Kılıçdaroğlu faktörü” nedeniyle bu kurultayı çok yakından izleyeceklerini biliyoruz. Zira diplomatlar da, Avrupa’ya yaptığı son gezilerinde muhatapları üzerinde olumlu izlenimler bırakan Kılıçdaroğlu’nun AKP’nin başını ağrıtma potansiyeline sahip olduğunu teslim etmeye başladılar.
Oysa eski yönetim altındaki CHP’yi fazla ciddiye almıyorlardı. CHP’nin o dönemdeki ileri gelen isimlerine da “yapıcı” olarak değil “yıkıcı” ya da “bozucu şahsiyetler” gözüyle bakıyorlardı. Kılıçdaroğlu’nun parti meclisine almak istediği belirtilen Uğur Ziyal ve Faruk Loğoğlu gibi emekli büyükelçiler ise diplomatların bu kurultaya dönük ilgilerini daha da arttırmış bulunuyor.
CHP’nin, Türkiye’nin yetiştirdiği en yetenekli diplomatlar arasında yer alan ve Ankara açısından son derece kritik postlarda ve görevlerde büyükelçilik yapmış olan bu iki isimi vitrinine koymakla, kafasını kumdan çıkarıp, dış ilişkilere eskiye oranla çok daha gerçekçi bir şekilde yaklaşacağı umuluyor.
Haberlere bakılacak olursa Ziyal’in aktif siyasete girmeye niyeti pek yokmuş. Loğoğlu’nun CHP’deki görevi üstlenmesi ise olası. Bunun Türkiye’nin çok zorlu dış politika sorunlarıyla karşı karşıya olduğu bir dönemde parti açısından son derece olumlu bir gelişme olacağı aşikâr.
Görevi kabul etsinler veya etmesinler, Kılıçdaroğlu bu iki isme teklif götürmekle yine de dış politika konusunda hangi tür insanlarla çalışmak istediğini ortaya koymuş bulunuyor. CHP’nin de zaten bu alanı, parti içindeki muhafazakâr “dış politika elitinin” elinden kurtarıp, taze fikirlerle ortaya çıkan isimlere teslim etmesi, mevcut konjonktürde, zorunlu görünüyor.
Ancak bunun olması için CHP’nin bu kurultaydan güçlü çıkması gerekiyor. Başka bir ifadeyle kendisini yeniden yaratabilmesi gerekiyor. Bunu yapıp yapamayacağını hep birlikte göreceğiz.