Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Ermeni soykırımı tasarısının İsveç parlamentosundan da geçmesinin ardından, “Bu işin sonu nedir?” sorusu geliyordur akıllara. Hemen yanıtlayalım. Ermenistan ile diplomatik ilişkilerimiz normalleşse bile bu işin sonu yok. Çünkü sorun Ermenistan ile bitmiyor. Nedeni ise bu meselesinin Batı’nın kolektif bilincinde yüz yılı aşkın bir süredir yer etmiş olması.
Sadece 1915’ten de söz etmiyoruz. Cemal Paşa’nın bile lanetlediği 1895 katliamlarıyla, 1909 Adana olaylarını da dahil ediyoruz. Batı basını konuyu, o tarihten günümüze kadar canlı tutmuştur.
Sadece 1895-1918 arasında “Ermenilere karşı Türk mezalimini” defalarca ve kanlı canlı resimlerle kapaklarına taşıyan dergiler arasında Il Secolo Illustrato, Le Musee de Sires, Le Petit Parisien, The National Geographic, The World’s Work, Illustrated London News gibi dönemin en çok okunan “resimli mecmuaları” var.
Bu arada ister misyoner, ister, hemşire, ister gazeteci, ister asker, ister siyasetçi, ister doktor olsun, Türklere karşı Ermenilere yardım edenler Batı’nın kolektif bilincine “kahramanlar” olarak geçmişlerdir.
Burada da Henry Morgenthau, Pastor Lepsius, Armin Wengler, Bodil Bjorn, Maria Jakobsen ve Raphael Lemkin gibi kişileri sayabiliriz. Bunlar Türkler tarafından “azılı düşman” olarak görülseler de bugün Batı’nın “en erdemli” kişileri arasında sayılıyorlar.
Bütün bunları Türkiye ve Türklerin bu konuda neyle karşı karşıya olduklarını göstermek için yazıyoruz. Kısacası, bu konu Batı kamuoyunun gündeminde yüz yılı aşkın bir süredir canlı tutulurken, bizde, tam aksine, unutturulmaya çalışılmış, bu da en azından içerde başarılı olmuş.
Sadece kendimiz gibi 1950’lerin başında doğan “kentsoylular” için konuşacak olursak, bizler “Ermeni” diye bir millet olduğunu ve 1915’te bir şeylerin yaşandığını bilmezdik. Ankara Koleji’nde okurken, “Mesrop” arkadaşımızın Ermeni olduğunu da akıllarımızın köşesinden geçirmezdik.
1915’te ve öncesinde yaşananları ancak 1973’te, Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ve Konsolos Bahadır Demir’in intikam uğruna yaşlı bir Ermeni tarafından öldürülmeleriyle öğrenmeye başladık. Dışarıdaysa durum tümüyle farklıydı.
Yukarıda dergilerden bahsettik. Ama iş bununla da bitmiyor. Örneğin ABD Kongresi’nin Dış ilişkiler Komitesi’nden birkaç gün önce geçen Ermeni tasarısına bakalım. ABD Kongresi’nin Senato ve Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen ve bugünkü tasarıya çok yakın ifadeler içeren ilk “Ortak Ermeni Katliamı” tasarısı (“soykırım” tabiri henüz icat edilmemişti) 9 Şubat 1916 tarihlidir.
Fakat iş Batı ile de bitmiyor. Örneğin Uruguay parlamentosu 24 Nisan’ın “Ermenileri anma günü” olmasını 1965’te kabul etti. Arjantin senatosu, “soykırıma uğrayan Ermeniler ile tam dayanışma içinde olunmasını” öngören tasarıyı 1993’te kabul etti. Rus Duma’sı ise benzeri bir tasarıyı 1995’te kabul etti.
Şu anda Türkiye’nin yakın ilişki içinde olduğu ve vatandaşlarına vize zorunluluğunu kaldırdığı Lübnan’ın parlamentosuna gelince, o da “1915-1923 arasında acı çekmiş olan Ermenilerle dayanışma” tasarısını 1997’de kabul etti.
Burada sadece buzdağının görünen kısmının küçük bir bölümüne işaret ettik. Oysa Batı’da bu konuda kütüphaneler dolusu malzeme var. Bu da her gün ortaya çıkan yeni fotoğraflar, aile anıları ve belgelerle sürekli artıyor. Bu arada şunu da söylemeliyiz.
Hrant Dink, Rahip Santoro veya Malatya’da öldürülen misyonerlerin davalarını sonuçlandırmakta görülen bariz isteksizlik de, Batı’da bu sözünü ettiğimiz arka plana göre değerlendiriliyor. Özetle, bu davalar da Türkiye ve Türklere karşı olumsuz algıları körüklüyor.
Peki, bu işten nasıl çıkılır? İşin yanıtı galiba istisnasız herkesin tarihe yeniden ve dürüstçe bakmasından geçiyor. Fakat konu o kadar politize oldu ki, artık bu da mümkün görünmüyor. Onun için Türkiye’nin bu “yüzyıllık baş ağrısı”nın görülebilir bir gelecekte geçmesi, en azından mevcut koşullarda, zor görünüyor.