Başbakan Erdoğan’ın İsrail’deki orman yangınına iki söndürme uçağının gönderilmesi için talimat verdiği sıralarda, Berlin’de Alman Dış Politika Araştırma Enstitüsü’nde (Deutsche Gesellschaft für Auswärtige Politik e.V. Forschungsinstitut) bir sunumda bulunuyorduk.
Aktif diplomatlar, emekli büyükelçiler, hükümet danışmanları ve akademisyenlerden oluşan kalabalık bir grubun izlediği konferansta, Humboldt Üniversitesi’nde misafir akademisyen olan ODTÜ hocalarından Hüseyin Bağcı ile karşılaştığımız soruların başında İran meselesi ve Türk-İsrail ilişkileri geldi.
AKP iktidarının bu iki ülkeye yaklaşımının, ABD’de olduğu gibi Almanya’da da, “Türkiye’nin eksen kaydırdığına” dair algıyı besleyen başlıca faktörler arasında yer aldığını böylece gördük. Bu çerçevede bize Türk-İsrail ilişkilerinin düzelmesi konusunda umutlu olup olmadığımız soruldu.
Biz de İsrail’in Mavi Marmara konusunda özür dileyip tazminat ödememesi halinde bunun mümkün olamayacağını, İsrail’deki sağcı/dinci karışımı hükümetin ise durumu kolaylaştırmadığını söyledik. Bu nedenle de ilişkilerin yakın bir gelecekte düzelmesini beklemediğimizi belirttik.
Bu sözlerimizden sadece birkaç saat sonra, Türkiye’nin yangın felaket sonrasında İsrail’e yardım eli uzattığını öğrendik. Bu haber ilk bakışta konferansta söylediklerimiz açısından bizi kontrpiyede bırakacak nitelikteymiş gibi göründü.
Ancak AKP iktidarı, kuşkusuz seçmenini kollayarak, bu gelişmenin Türkiye’nin İsrail’den özür ve tazminat talebinde bir değişiklik olarak algılanmaması gerektiğini hemen duyurdu.
Buna karşın, Erdoğan’ın yangın söndürme uçakları göndermesinin İsrail’de tüm haberlerin önüne geçtiği söyleniyor. Sertlik yanlısı Başbakan Netanyahu bile “Büyük övgüye layık bir adım. Kararı Erdoğan’ın şahsen aldığını biliyorum. İsrail, Türk çabalarını takdir ettiğini göstermek için uygun bir yol bulacaktır” diye konuşmuş.
Burada elbette ki romantik bir iyimserliğe kapılmanın gereği yok. Erdoğan’ın bu adımı “zorunlu bir diplomatik hamle” olarak attığını tahmin etmek güç değil. Sonuçta - İslami kesim bunu hatırlamak istemese de - dışişlerimizin, başta 19 Ağustos depremi olmak üzere, Türkiye’deki bir çok felaketin ardından yardım elini ilk uzatan ülkelerden birisinin İsrail olduğunu unutma lüksü yok.
Kaldı ki, Ankara’nın bu olumlu adımı diplomatik alandaki etkisini hemen gösterdi. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu bu nedenle kutlayan ilk kişi oldu. Dış politikada çıkarlar her zaman ön planda olduğuna göre, bu kutlamayı da o çerçevede görmek gerekir tabii ki.
Ancak, Wikileaks sayesinde Ortadoğu hakkında artık kamuoyuna mal olan acı gerçekler karşısında Ankara’nın, ideolojik ve idealist politikalar yerine, gerçekçi dış politikalara dönmesinin zorunluluğu da artık ayukka çıkmış bulunuyor. Bu nedenle, Başbakan Erdoğan’ın hem İsrail’de, hem de Washington’da olumlu karşılanan bu kararının, Türk-İsrail ilişkilerindeki krizden çıkılması açısından önemli bir ilk adım olabilir.
İsrail basınında da, bu adımdan sonra Netanyahu hükümetinin de bir şeyler yapması gerektiğine dair söylem artıyor. Mavi Marmara nedeniyle Türkiye’ye özür dilenmesi ve tazminat ödenmesi konusunda pragmatik formüllerin bulunabileceğine inananlar çoğalıyor.
Türk-İsrail ilişkilerindeki bozulmanın her iki ülkeyi, “reel politikalar” açısından, uluslararası düzeyde zor durumda bıraktığı artık görüldü. Berlin’de bile bu ilişkilerin düzelmemesi halinde Batı’nın Türkiye’ye bakışının AKP iktidarının hiç istemediği yönlerde gelişeceğini gördük.
İki ülkenin bir felaket ile ortaya çıkan fırsat kapısını değerlendirme basiretini gösterip gösteremeyeceğini göreceğiz. Ancak durumun gerçekten düzelmesi için, İsrail’in Mavi Marmara gemisinde yarattığı felaketi bir şekilde kabullenmesi gerekeceği de aşikar.
Başbakan Netanyahu’nun, “İsrail, Türk çabalarını takdir ettiğini göstermek için uygun bir yol bulacaktır” sözü bu nedenle önemlidir.